Sadece bana özel hazırlanmış odamda oturuyordum. Normalde bu ev çok büyüktü ve her odasını saymak en az 15 dakika alırdı. Fakat benim olduğum bu kimsenin çok önemli olmadıkça girmediği, sessiz odam orta büyüklükteydi. Yatak odam buna göre fazlaca büyüktü.
Önümdeki masa tahta fakat kaliteli ve sağlamdı, altında oturduğum koltuk ise siyah ve rahattı. İstediğim yöne dönebildiğim koltuğumda otururken derin düşüncelere dalmış gibiydim. Bu koltuğun altında ise masa ve koltuğun etrafını kare bir şekilde saran kırmızı halı bulunuyordu. Duvarlar tamamen koyu bir griye boyanmış, arkamdaki duvara da başarılarım asılmıştı. Karşımdaki duvara da çeşitli çerçeveli aile tabloları kalıyordu.İçimde garip bir rahatsızlık ve huzursuzluk vardı.
Ayağa kalkarak sanki odamı ilk defa görüyormuş gibi gezmeye başladım, ellerim cebimde yavaş yavaş masanın ilerisine yürüdüm. Sağ tarafımda bir pencere ve onun önünde de uzun simsiyah, pencereyi yarım kapatmış bir perde vardı. Sol tarafımda da beyaz bir kapı bulunuyordu.
Önüme döndüğümde sağ ve sol taraflarıma siyah koltuklar yerleştirilmişti, onları ve ortasındaki büyük cam sehpayı umursamadan duvara karşı yaklaştım.
Aile tablolarını gördükçe gülümsüyordum, sıra sıra asılmış üç tablodan ilkinde anne babamızın olduğu fakat son ikisinde yok oldukları tabloları.Baktıkça bakasım geliyordu küçük kardeşimin yüzüne, çok sevimliydi. Gerek yüzü ile gerek huyu ile o kadar kusursuz birisiydi ki ona hayran kalıyordum, belki o da abisine böyle güç sahibi olduğu için minnet ya da hayranlık duyuyor olabilirdi.
Hiçbir şeyden kaçınmaz ve her zaman cesaretiyle onun önünde dururdu. Bu düşüncemi Jisung korkunç bir yaratığa dönüştükten sonra yanından ayrılmaması ve ne kadar Jisung onun kim olduğunu kavrayamasa da onu sevdiği sebebiyle güçlendirmiştim.Kolay kolay vazgeçecek birisi değildi, ona asla birşey olmazdı.
Parmağımla fotoğrafı okşarken kapının gıcırtısını duydum, buraya benden başka kimsenin girmeye izni olmadığı için kimin bu şekilde rahat rahat gelebildiğini tahmin edebiliyordum. Arkamı dönmedim, yerine onu dinledim. O da benim tam arkama gelmiş ve bir nefes vermişti, o tanıdık ses.
"Minho hakkında ne düşünüyordun?"
"Ne düşüneceğim, biricik kardeşimi."
"Peki Jisung ile ilgili verdiğin kararda ciddi miydin?"
Zorla gülümseyerek Seungmin'in yüzüne döndüm ve hiçbirşey yokmuş gibi konuşmayı denedim.
"Ciddiydim."
"Bu size sıkıntı çıkartabilir. O bir insan değil ve çocuk büyütmesi çok saçma, üstelik yaptıkları şey.."
"Kardeşim böyle bir hatayı yaptı artık, bunu geri çevirmeyiz. Yaptığı hatanın sonuçlarına katlanmayı ve onları üstlenmeyi öğrenmeli."
"..."
Şuan da iyi olduğundan yüzde yüz emindim fakat Seungmin'in yönelttiği sorular beni merakta bırakarak endişelenmeme sebep olurdu.
"Minho ve Jisung üç gündür yoklar, korkmuyor musun?"
"Kardeşim, herşeye dayanabilir."
Artık bana sinirlenmişe benziyordu.
"Geçiştirmeyi kes artık Chan! Kardeşin o senin, anlıyorum çok seviyor ve güveniyorsun ama duygularını içine gömme. Endişeni ortaya çıkar ve onları ara, hatta bu meseleyi halldebilecek kadar güçlü olduğunu göster!"
Bir bakıma haklıydı ve onun üzerine gelen telefonla o tarafa döndüm. Çalan telefonun yanına hızlıca gittiğimde arayan kişi tanıdık değildi, bir tereddütle açtım.
"Buyrun?"
"Bay Bang Chan ile görüşüyorum, değil mi?"
"Evet siz kimsiniz?"
"Ben Seo Changbin, kardeşinizin başvurduğu şirketin sahibiyim."
"N-Ne?"
Adeta dilim tutulmuştu, tam kardeşimin iyiliğini düşünürken yine benden habersiz işlere bulaşmıştı. Daha birşey diyemeden ve kekelemem yüzünden Seungmin de ne olduğunu merak ederken telefondaki adamın sesini duydum.
"Kardeşiniz Lee Minho oluyor değil mi? 3 gündür kayıplarda, üstelik son konuştuğumuz örgüt meselesinden beri."
"Ne örgütü? Nerede kardeşim!?"
"Bilmiyoruz, bu konuyu konuşmak için sizi şirkete davet etmek istemiştim."
Evet, kalbimin paramparça olduğu ve Seungmin'in de dediği gibi duygularımı ölesiye ortaya çıkardığım bir andı bu an.
Korkmuştum ve tüm soğukkanlılığımı kaybetmiş, gözlerimden damlalar akıtmaya başlamıştım bile.Telefonu kapattığımda ellerim titriyor, yerimde sendeliyordum. Seungmin ise telaşla benim sarsılmış bedenimi tutmaya çalışmıştı. Gözlerim ardına kadar açık şok olmuş bir şekilde yeri izlerken onun sormasına fırsat vermedim.
"Minho yine benden habersiz tehlikeli işlere karışmış..."
Devamını korkuyla Seungmin'in gözlerine bakarak telaşla bitirmiştim.
"Ve bu sefer bir örgüt işiymiş, 3 gündür ona ulaşamadık.."
O da duyduğu gibi bir an duraksamış, ardından silkelenip yaşlara gömülen yüzümü göğsüne bastırarak bedenimi kollarıyla sarmıştı. Tek eliyle saçlarımı hızlı hızlı okşadığını hissedebiliyordum, hatta reflekslerinden bile hızlı atan kalbini de..Tek sorun, Minho'yla beraber Jisung'un da kaybolmasıydı.
Hemen hazırlanarak şirketin olduğu konuma gitmiştik, gözlerimden akan ve yanaklarımda kuruyan yaşları temizlemiştim. Hızlı ve sert adımlarla içeriye girerken herkesin gözleri ikimize kaymıştı istemsizce.
Kardeşimin acısıyla yanıp tutuşuyordum, madem benden habersiz buraya başvurup başına bela almıştı, bundan geri dönülemezdi. Eğer böyle bir durumda şirkete emanet olduysa onların onu koruması gerekirdi, hesap soracaktım. Ne kadar hatalı olsa da Minho'nun hesabını onlardan soracaktım.
Üstelik bu konuda aklımda diğerlerinden daha güçlü olan tek bir ifade yanıyordu, bu da çok acı vericiydi:
Kardeşim öldürüldü mü?..Bir çırpıda Bay Changbin'in odasına vardığımda sinirimi görmüş, beni yatıştırmaya çalışmıştı. Uğraşları sonucunda duvarları camdan oluşan ve büyük uzunca bir masası bulunan odada konuşmak için koltuklara oturduk. Nerden bilecektim ki şimdi kayıp kardeşimin işe başvurmak için gelip oturduğu koltuğa oturduğumu?..
"Anladığım kadarıyla Minho'nun şirkete girmesinden haberiniz yok. İlk başvurduğunda onu dikkate almamıştım çünkü raporları pek temiz değildi. Tedavi görmüştü uzunca bir süre, fakat sonradan ona şans vermek istedim."
"Peki ya örgüt?"
"Evet, kaybolmadan hemen önce şirkete gelip konuşmakta ısrar etti. Durumu iyileştiği için onu dinledim, bir Dernekten bahsetti. Yanındaki canavar kılıklının bu duruma gelmesinin onlar yüzünden olduğunu, orayı herkesi toplayarak araştırmamız gerektiğini söyledi."
"Yanındaki canavar kılıklı mı?.."
Gözlerimi aceleyle Seungmin'e döndürdüğümde ikimizin de aklında tek bir isim yandı; Jisung.Birden sinirlenmiştim.
"Siz bunu söylemesine rağmen üç gündür beklediniz mi? Neden benim haberim olmadı!?"
"Endişenizi anlıyorum Bay Chan, fakat-"
"Aması yok, eğer kardeşim gelip bundan bahsettiyse onu korumalıydınız! Bu meseleyi söyledikten bir kaç dakika sonra ortalıklardan kayboldu ve üç gündür yok!?"
"Yani?"
Sinirim endişeye dönmüş, tekrar gözlerim dolmuştu. Sert bir ifadeyle üstüne basa basa cümlesinin devamını getirdim.
"Kaçırıldı."Onca şeyin arasından çok ağır gelen bir kelime vardı bana; 'kaçırıldı'..
Tek bir söz beni mahvetmeye ve gözlerimde dolan yaşları serbest bırakmama neden oluyordu.Gücümü tekrar toplamaya çalışarak ve titreyen sesimi bastırarak konuşmaya devam ettim.
"Son günlerde gereksiz hayaller gördü. Eski nöbetlerinden bir kaç tanesini yaşamaya ve kendi aklından şüphe etmeye başladı. Siz düzeldi demiştiniz değil mi?.."
"Nasıl olur? Gayet iyiydi."
"Aniden böyle birşeyin olması mantıklı değil."
"Belki ilaç almaya devam ettiği içindir."
"Ama ilaçlarını kesmesi için onları elinden almıştım, tabii birisi ona gizli gizli sunmadıysa.."
Karşımdaki adama güvenmiyordum, belki bizim yüzümüze karşı farklı bir maske takıyordu. Ne olduğunu bilmediğim sürece kimseye fırsat vermek istemiyordum.Tam bu konudan konuşurken odaya birisi girmişti, ortamda oluşan bu fırtına öncesi sessizliği bozduğu için hepimiz o tarafa dönmüştük..
Adını yakasından okuyabiliyordum.Kim Yeo-won.
⭐
Devam edecek...
(Kaos olmadan yazamiyorum lahdjzbs)
![](https://img.wattpad.com/cover/350454514-288-k610686.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BAHÇEDE ZOMBİ VAR BEYİM! -Minsung
RandomYıllarını birlikte geçiren ve asla uslu durmayan gençler ya bela açar, ya da bela bulurlar. Ki buldukları bela açtıkları beladan daha uzun ömürlü ve acıdır. Peki ya bu sefer bu bela ömür boyu sürmek zorunda kalmış olsaydı? "Bedenim..Ne oldu buraya...