Yedi sene önce geldiği yere bu sefer kendi isteğiyle, hiçbir zorlama olmadan geldiğinde Seungkwan bunu yaşatan herkese kızgındı aslında. Hayatının son yedi senesini kurduğu hayallerin gerçek olacağına emin bir şekilde ilerlerken bu şekilde yıkılacağını hiç düşünmemişti açıkçası.
Nihayetinde bu raddeye, bu yere geldiğini kabullenerek eve döndüğünde olanların hepsini öğrenen ailesinin bir süre gazabına uğradı. Babası, büyükbabasını arayıp olanlar karşısında şoka uğrarken nasıl bu kadar sessiz kalabildiklerini anlamadığına dair büyük şaşkınlıklara giriyordu.
Belki oradakiler için hiçbir şey yapamamıştı ancak annesi ve babası zamanında çocuklarını savunmak yerine problemden kaçmayı tercih ettikleri için köpek gibi pişman olmuşlardı. Bu kadar kötü şeyde bile kendisine gelebileceği bir şeyler olduğunu bilmek bir miktar keyfini yerine getirse de asıl kendini yerine getiren kesinlikle arkadaşlarıydı.
Geldikten iki gün sonra nihayet tezini başarıyla bitiren Jihoon'un jüriden sonraki yetmiş iki saat kimsenin ona ulaşmamasını, sadece uyuyacağını söylemesi üzerine evine baskına gidiyorlardı. Kutlamak için ellerinde bir poşet dolusu alkol ve bir kutu pastaları vardı.
Kapıya geldiklerinde Mingyu kutuyu eline sıkıştırması yüzünden Seungkwan heyecanlı bir şekilde beklemeye başladı. Uyuduğunu tahmin ettikleri için uzun bir süre kapının girişinde beklemeleri gerekse de Jihoon nihayet hışımla açtı kapıyı. Uyandığı her halinden belli arkadaşının yüzü gözü şişmiş her tarafı dağılmıştı. Aynı evsiz gibi gözüken Jihoon kıstığı gözleri arasından öfkeyle çıkıştı.
"Burada ne işiniz var?"
İkisi de öfkeli onu görünce yaptıkları hatayı anlasa da buradan kıvırabilmelerinin şansı olmadığı için Seungkwan pastayı gösterdi. Bir ihtimal yumuşayabileceğini düşündü.
"Kutlama vakti..."
Dediği şeye kendisi bile inanamamışken bunun Jihoon'u yumuşatabileceğini düşünmeleri tam bir fiyaskoydu. Jihoon arkasında tuttuğu elini ortaya çıkarken peşinden gıcır gıcır bir bıçak çıktı.
"Hemen kaybolur musunuz yoksa ben sizi kaybolana kadar parçalayayım mı?"
Mingyu yarısı kadar olan adamdan korkarak geri iki adım attı.
"Sen hiç rahatını bozma, biz gideriz."
Ufaktan topuklayanın arkasında gerçekten gideceklerine inanamayarak döndüklerinde Jihoon'un görüşmeme konusunda ne kadar ciddi olduğunu evinden döndükleri sokakta ellerinde poşetleriyle yürürken anlamışlardı. Nereye gittiklerini bilmeden umutsuzca yürüyorlardı.
"Mesafe kısa ya siniri çabuk yükseliyor. Bak bana hiç sinirleniyor muyum?"
Aptalca tespiti için ona hayatının en sinirli ifadesini takınırken Mingyu dudak büzdü.
"Öyle bakarsın tabi, sen de kısasın."
Seungkwan olayın kendisine sekmesi yetmezmiş gibi ortalıkta kalmalarına sinirlenerek çığırdı ona.
"Mingyu!"
Mingyu her şeyi ona taşıttığı yetmezmiş gibi ellerini cebine sokup adımlarını hızlandırmıştı. Seungkwan ona ulaşmak için iki katı hızda adım atıyordu ve bu dolu elleriyle yorucuydu.
"Bak kısasın işte yetişemiyorsun."
Seungkwan ona aptal der gibi baktı.
"Sabrımı mı sınıyorsun?"
Mingyu yaptığı hatayı fark etmiş gibi ellerindekini almaya gelince Seungkwan bacağına tekmeyi geçirdi. Ancak içi rahatlamıştı.
"Ortada kaldık senin yüzünden!"