Bölüm 6

40 7 0
                                    

Bir elimi tuttu ve yavaşca eğilerek yukarıya baktı. Sonra sadece ağzını oynatarak "gel" dedi.
Kapıdan çıkarak koridora geldik. Koşarak hemen karşıdaki kapıya girdik. Burada da merdiven vardı. Hızlıca merdivenlerden çıkarken hâlâ bileğimi bırakmamıştı ve neredeyse düşüyordum. O da bunu fark etmiş olacak ki arkasına dönüp beni kucağına aldı. Oldukça zarif ve sarsmadan çıkıyordu merdivenleri. Gözümü kapatıp açana kadar yukarıdaki odadaydık. Kapının önünde gözlerime baktı. O an fark ettim ki hâlâ kucağındaydım. Hemen elimdeki kitapla onu iterek yere indim. Kapıyı açarak eliyle yol gösterdi. İçeriye girdim. O da hemen benim arkamdan içeri girip kapıyı kapattı.
—Ne yaptığını sanıyorsun?
Sesi kızgın gibi değildi. Oldukça sakin konuşuyordu.
Ben salak değilim. Orda ne konuştuğunuzu duydum. Bir köpek değil benim hakkımdaydı.
Benim konuşmam onunkinden farklı olarak sinirliydi.

  Yatağa oturdu, kafasını önüne eyip bir eliyle ensesini okşadı.
–Anlatabilir miyim bilmiyorum.

Bende yatağa hemen yanına oturdum. Kafasını kaldırıp bana baktı.
—Bence anlatabilirsin.
Sesim sakindi. Anlatsın diye onu kışkırtmaya çalışıyordum çünkü.
—Bak. Anlatırım ama ...

Ayağa kalktı ve yatağının hemen yanındaki çekmeceden küçük bir şişe çıkardı. Sonra yeniden yatağa oturdu.
—Ben anlattıktan sonra bunu içeceğine dair söz vermelisin.
—O ne?
—Anlattıklarımı unutman için.

Gerçek olabilir mi ki? Unutma iksiri mi?
Kalbimin atışlarını sesini duymaktan da öte hissedebiliyordum. Korkuyorum. Ama ya şimdi ya da hiç.

—Tamam. Başla hadi.
—Ben Ateş'in oğluyum.
—O senin baban mı yani?
—Hayır. Hayır, öyle değil. Dört element var. Sen, ben ve diğer Ateş bunların çocuklarıyız. Ateş ve Havanın çocukları kötü olmak zorundadır. Su ve Toprağın çocukları ise iyi. Ben ve Ateş kötü olmak zorundayız ama tek bi istisnamız var. O da sensin.
—Ne? Nası? Neden ben?
—Aslında biz doğarken tuhaf birşey oldu ve ikimiz de yaratıldık. Aslında sadece bir Ateş'in yaratılması gerekiyordu. Ama ikimiz de yaratılınca birimizin iyi olma şansı ortaya çıktı. Toprağın da bir oğlu olduğu için tek şansımız sensin.
—Eğer suyun kızı bensem bu ölümsüz olduğum anlamına mı geliyor? Eğer dediklerin doğruysa ben neden bilmiyorum bunları da siz biliyorsunuz?
—Hayır. Ölümsüz değiliz. Yanlızca 1000 yıl ömrümüz var. Her 1000 yılda yerimiz doldurulur. Ve nasıl olduğunu bilmiyorum ama bi şekilde ailenden koptun. Bu yüzden bilmiyorsun. Ama yinede güçlerin var.
—Ne tür güçler?
—Suyla ilgili olan herşeyi kontrol edebilirsin mesela.
—Ben nasıl tek çareniz oluyorum?
—Dediğim gibi Ateş'in ve Hava'nın çocukları kötü olmak zorunda. Ama sen iyi bir elementin kızısın ve tüm bunlardan habersizsin. Hiçbirşey bilmediğin için ikimizden birini gerçek aşkla sevebilirsin.

Ayağa kalktım. Odanın diğer köşesindeki aynaya bakıyordum. İnandırıcı gelmiyordu. Anlamsızdı.
—Aklım almıyor.
—Normal. Birde açıklık getirmek istediğim birşey var. Benin görünüşüm aslında böyle değil. İkimizden biri kötü görünecekti ve tahmin et hangimiz çıktı?

İkimizde sakince konuşuyorduk ki bir anda kapı açıldı. Dengesiz Ateş'di bu. İnek Ateş ayağa kalktı. Dengesiz üstüme gelmeye çalışırken İnek Ateş onu tutuyordu. Dengesiz, parmağını bana hesap sorar gibi oynatıyordu.
—Sen. Seni pis sürtük. Sen aldın kitabımı. Ne hakla ona dokunabileceğini sanıyorsun seni faişe.
İçimde birşeylerin erildiğini hissettim. Utanıyordum. Ne sürtüklüğümü görmüştü ki? Kitabı yavaşca oturduğum yatağın üzerine koyup ayağa kalktım.

—Tamam Ateş. Sakin ol. Herşeyi biliyor. Anlattım ona.
—Ne? Sen aklını mı kaçırdın? Aptal. Senin yüzünden hiç şansımız kalmadı.
Sesi hâlâ yüksek ve tehditkardı.

—Unutması için bunu getirdim.
Ateş elindeki küçük şişeyi sallayarak Dengesiz'e gösterdi.

—İyi o zaman içir de bir an önce gitsin sürtük.

Sürtük derken gözlerimin içine baktı. Sesi biraz da olsa yatışmıştı. En çok zoruma giden şey ise herşeyi unutup bu pisliğe yine iyi davranacak olmamdı. İnek Ateş bana küçük şişeyi uzattı. Görüntüsü tamamen değişmişti. Elindeki şişeyi alırken yüzünü dikkatle inceliyordum.

—Bu senin gerçek halin mi?
Bi insan bu kadar yakışıklı olamazdı. Ahh ne saçmalıyorum. O bi insan değildi ki zaten. Saçları çok gür ve uzundu. Yani bi erkeğe göre uzun. Gözleri siyahtı. Ve ortaları ilgi çekici bir şekilde kırmızı. Kasları vardı. Çok fazla yoktu ama bir erkekte olması gerektiği kadardı sadece.

Ona doğru ilerledim. Elimi yavaşça yanağına koydum. Dünya bile dönmeyi unuttu o an. Kalbim artık yerinde atmıyordu. Kalbim onun olduğu yerde atmaya başladı. Çocuk oyuncağı mıydı bu? Kalbimi bir alıp bir yerine bırakıyordu? Kalbim her salise onun olduğu yere doğru gitmeye başladı. Ayaklarım yürümeyi, dudakların konuşmayı, gözlerim bakmayı unuttu o an. Ama kalbim sevmeye başladı. Engel olamıyordum. Çıldıracak gibiydim.

—Görebiliyor musun? Yani benim gerçek halimi?
—Sanırım evet.

Uzun süre ona bakan gözlerimi aldım ve Dengesiz Ateş'e baktım. Yavaşca yanağındaki elimi indirdim. İnek Ateş kadar yakışıklı olmasa da binlerce mankenden yakışıklı olduğu kesindi. Sesimi ciddi bir tona ayarlayarak:
—Buda senin gerçek yüzün olmalı. dedim.

Dengesiz Ateş, İnek Ateş'in elindeki şişeyi alıp bana uzattı.
—Hadi. İç şunu da kurtulalım senden.
Şişeyi alıp ucundaki tıpayı çıkardım. Ağzıma götürürken İnek Ateş'in gözlerine son bi defa bakmak istedim. Onun gözleri farklı bakıyordu. Gözleri ikisininde aynıydı ama bakışlarının biri yağmur biri çöldü. O yağmurda ıslanmak istediğimi içimden söylerken aynı zamanda yavaşça iksiri içiyordum.

Ateş'e DoğruHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin