UNUTMA SENİN SUÇUN DEĞİL

27 2 0
                                    

İyi okumalar...

Jungkook artık yanlızca susuyor ve hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Bu çürümüş iğrenç cafede, bu ses yankılanıyor. Her yankı, bir kalbi burkuyordu.

Jungkook hiçbir şey demeden bu iğrenç yerden ayrıldı. Ağlıyordu, aklını yitirmiş gibi ağlıyordu. Arabaya binmedi, koşarak evine gitti. İçeri girdiğinde Rosé ve Nora'yı arka bahçede, Nora'nın çocuğuyla oynarken görüp hafifçe gülümsedi. Hiçbir şey demeden odasına çıkıp, bir valize birşeyler sıkıştırdı. Araba anahtarını ve yanına aldığı tek bir kartı dışında herşeyi oraya bıraktı.

Çıkmak için kapıya yöneldi. O sırada Rosé Jungkook'u fark edip yanına koştu.

Rosé: "Ah, sonunda döndün. Nerdeydin? Elindeki de ne, nereye gidiyorsun?"

Jungkook hiçbir şey demeden Rosé'ye sarılıp ağlamaya başladı. Daha sonra, ağlayan gözleri ve gülümseyen yüzüyle şöyle dedi;

"Tekrar görüşene kadar, kendine iyi bak."

Daha sonra çekip gitti o evden. Kendi elleriyle, iki masum insanı öldürdü o akşam. Rosé'nin kötü ruhundan kaçmaya çalışırken, en kötü ruha sahip oldu jungkook o akşam.

Rosé ve Nora ne olduğunu anlamamıştı. Jungkook'u o akşam son kez görecek olmaları akıllarına bile gelmedi. Ancak ikiside tedirgin olmuştu. Biraz sonra Nora kendi evine gitti ve Rosé'yi yanlız bıraktı. Rosé birçok kez Jungkook'u aradı ancak ulaşamadı.

Gittikçe endişesi daha çok artıyordu. Uyumaya karar verdi. Günler böyle geçti, Rosé Jungkook'u bekliyor, Jungkook ise her geçen gün daha da uzaklaşıyordu Rosé'den. Uzaklaştıkça yarası büyüyor, üstünü kapaması zor oluyordu.

...

2 ay olmuştu Jungkook gideli. Rosé her geçen gün daha çok ağlıyordu. Ancak hala Jungkook'un geliceğini umuyordu. Jungkook ise unuttuğunu sanıyordu Rosé'yi. Kore'deki barını Rosé'nin üstüne devretti. Ve Fransa'da farklı bir şubesini açtı. Hayatı düzene girmişti. Ancak kalbi çürüyordu, gittikçe çürüyordu.

...

Herşeyin üstünden 17 yıl geçti. Rosé hiçbir zaman hissetmediği kadar mutsuzdu. Ölümü bekleyemiyordu, çünkü ölmüştü. Çürümüş ruhu gittikçe bedenini maffediyordu. Birkaç yıl önce Nora'nın ani bir kalp krizi ile ölümü Rosé'yi tamamen yanlız bırakmıştı. Bedeni gittikçe zayıflamıştı. Ayakta durmakta, yemek yemekte zorlanıyordu. Nefes almak bile acı veriyordu ona. Jungkook'un sebebsiz gidişini anlamıyor, atlatamıyor ve kaldıramıyordu. Artık hiç gülümsemiyor, sevimiyor, heyecanlanmıyordu. Evden dışarı dahi çıkmıyordu.

Jungkook ise Fransa'da yeni bir hayat kurmaya çalışıyordu. Yiyor, içiyor, farklı yerler geziyor ancak eğlenmiyor, gülümseyemiyordu. Dönmek istiyordu. Her dönme kararı aldığında, tekrar Rosé'nin öz babası Yejun ile konuşuyor ve korkuyordu. Her konuşmalarında Yejun daha korkunç şeyler söylüyor Jungkook'u vazgeçtiriyordu.

Zaman böyle geçiyordu, hayat devam ediyordu. Ancak beklenmedik bir olay yaşandı. Uzun süredir Rosé'ye ulaşmaya çalışan üvey babası, bu olayları öğrenmişti. Rosé'ye anlatmak istedi ancak ulaşamadı. Bu yüzden birgün ansızın, Jungkook'un kapısını çaldı.

Jungkook kapıyı açtı ve kim olduğunu sordu. Adam Rosé'nin üvey babası olduğunu söylediğinde, Jungkook'un gözleri dolmuştu. İçeri geçmesini istedi ve neler olduğunu sordu. Rosé'nin öz babası Siwoo sorununu kısaca anlattı. Jungkook ise Yejun'un ona anlattıklarını ve Rosé'nin ona anlattığı hayatı anlattı.

Siwoo: "Yejun, aptal pisliğin tekidir. Hayatındaki herkesin hayatını maffeder. Ne yazık ki Rosé'nin sana anlattığı hikaye doğrudur. Yejun Rosé'nin mutlu olduğunu duymuş olmalı. Bu bilginin Rosé'nin annesinin kulağına gidip, onu terk etmesini sağlıycağını biliyor. Bu yüzden Rosé'yi üzmek için bu vahşice şeyleri yapmış olmalı."

Jungkook dona kalmıştı,

"Ne, ne dediğinizin farkında mısınız siz?"

Siwoo: "Senin suçun değil. Asla senin suçun değil, biliyorum ne olduğunu anlamak zor. Korkma, geç olmuş olmadan git ve Rosé'yi bul. Eğer ki o burada değilse, unutma senin suçun değil."

Jungkook ağlamaktan konuşmakta zorlanıyordu,

"Sizi anlamıyorum, ne oluyor. Rosé'den kaçmamı söylemişlerdi, şimdi gitmemi söylüyorsun. Ya Rosé öldüyse napıcam ben, korkuyorum yalvarırım, yalvarırım bir yol gösterin."

Siwoo: "Geç olmuş olmadan git ve Rosé'yi bul. Eğer ki o burada değilse, unutma senin suçun değil."

Jungkook, eskiden Rosé'nin kalbi ağrıdığında yaptığı gibi, kalbine elini sertçe bastırıyordu ve hüngür hüngür ağlıyordu. Şöyle dedi;

"Aynı şeyleri tekrarlamayı kesin, noluyor burada?"

Siwoo: "Rosé'nin babası, Rosé'nin annesine hastaca takıntılı. Rosé'nin annesi uzun süredir Rosé'nin yanına gitmeyi istiyor, o iğrenç adamdan kurtulmak istiyordu. Ancak Rosé iyi değildi, sen onu iyileştirdin. Rosé'nin annesi Rosé'nin iyi olduğunu öğrenirse, çekip gidicekti. Yejun ise Rosé'nin annesinin gidişinden korkup, sana bu saçmalıkları söyledi."

Jungkook başını kaldırıp şöyle dedi;

"Sizi daha çok dinlemek istemiyorum, hiçbir şeyi anlamıyorum. Lütfen beni Rosé'ye götürün."

Siwoo'nun gözleri dolmuştu. Son kez tekrarladı;

"Geç olmuş olmadan git ve Rosé'yi bul. Eğer ki o burada değilse, unutma senin suçun değil."

Jungkook bu sözden yine birşey anlamamıştı. Üstüne birşeyler giyip, evden çıktı. Havaalanına gidiyordu, naptığını bilmiyordu bile. Kendini beyni yıkanmış gibi hissediyordu. Böyle bir şeyi nasıl yaptığı hakkında düşünüp, ağlamaya başlıyordu. Havaalanına ulaştığında, Kore'ye bir bilet aldı. Saat geçti ancak uçak hala çok doluydu.

Jungkook bu kalabalığı hissetmiyordu. Etrafında boşluktan başka hiçbir şey yokmuş gibi hissediyordu. O anda yanlızca bir kere daha olsun Rosé'ye sarılabilmeyi istiyordu. Yolculuk uzun sürmüştü, saat sabah 12:40'da uçak iniş yapmıştı. Kore'ye geldiğinde kendini çok yalnız hissetti. Hiç hissetmediği kadar hemde. Bu sokakları az çok hatırlıyordu.

Eskiden Rosé ile birlikte yaşadıkları evi bulmaya çalıştı. Yolu unutmuştu hatırladığı kadar gitmeye çalışıyordu. Hava kararmıştı. Birkaç saat sonra evi en sonunda bulmuştu. Ağlamaya başladı, içerde Rosé'yi görebilmek için tanrıya yalvarıyordu. Arabadan indi, normalde oldukça güçlü olan bacakları çelimsizleşmiş, acıyla titriyordu.

Yürümek oldukça zordu onun için. Artık yanlızca bacakları değil, tüm vücutu titriyordu. Evin bahçe kapısından içeri girdi. Kocaman bir ilan duruyordu karşısında.

"SATILIK"

Jungkook bu ilanı gördüğünde ağlamaya başladı. Ciğerleri acıyana kadar orda hiçbir şey yapmadan ağladı. Bahçedeki çimlerin üzerine oturdu ve bu ilandaki numarayı aradı. Rosé'yi bulmak için içinde yanan tüm mumlar henüz sönmemişti. Telefon kısa süre sonra açıldı. "Merhabalar."

"Merhaba." Dedi Jungkook ağlamaklı sesiyle. "Sizi ilan için arıyordum, evi görmek istiyorum." Jungkook oldukça parçalanmış hissetsede karşındaki kişiyi kırmak istememişti. "Tabi, sizin için ne zaman uygundur?"

"Şimdi." Telefondaki kişi mutlu gözüküyordu. "Birkaç dakika içinde orda olacağım." Ve telefon kapandı.

⋆⋆⋆⋆⋆⋆⋆⋆⋆⋆⋆⋆⋆⋆⋆⋆

Hikaye gittikçe saçmalaşıyor. Hemen yazıp kurtulmak istiyorum. Sizi seviyorum görüşürüz.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Jan 11 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

𝑭𝒐𝒓 𝒂𝒍𝒍 𝒕𝒉𝒆 𝒔𝒕𝒂𝒓𝒔 | 𝗥𝗢𝗦𝗘𝗞𝗢𝗢𝗞Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin