Ölüm meleğinin nefesi tam şu anda burada,koynumda öfkeli nefes alıp veriyordu. Ben kendimden bile bu kadar nefret ederken başkası için de etmem gerekecekti.
Mahkum edilmiştim tekrar ve tekrar. Aynı yerden. Kimse beni kurtaramıyordu,zira bu oyun kalleşce oynanıyordu.
Herkes sustu,tokmağın çıkardığı tokmak sanki beynime vuruldu,bir kere değil sadece. Kanatana kadar.
Yutkunmadım. Sadece beynimin içinde hakimin sesini tekrar oynatıyordum. Kafama bunu sokmam lazımdı.
Hana tekrar bakmak istemedim. Nefret edilen kişi olmak o kadar güzel değildi, onun gözlerine baktığım zaman diliminde. Biliyorum,hiçbir zaman iyi bir insan olamadım ama iyi insan derken bile sınıflandırıyorlardı.
Gülümsedim,yaram sızladı. Yaram sızlıyor ama geçecek. Sadece sabretmem gerek. Biliyorum,şimdi düşman cephesinde kaybeden değil kazanmış bir asker gibi dimdik durmam gerekiyor.
Gerekeni yaptım. Ona baktım. Gözleri bana kayınca dudağımdaki yara sızlar gibi oldu ama gülüşümü söndürmedim. Eyvallah der gibi başımı oynatınca adem elması kavislendi.
"Duruşma bitmiştir,"diyene kadar onun kara harelerine bakmaya devam ettim.
Sessiz olmayı sesimden nefret ettiğini söyleyenler sayesinde öğrendim.
İki askerin yanıma gelerek elime kelepçe taktılar. Nefes alamıyordum,midem bulanıyordu. Kafesleniyordum. Beni kafesleneye çalışıyorlardı. Ellerim saniyelik titreyince ellerimi bilerek tekrar sslladım.
Güçsüz oluşumdan nefret ediyordum. Güçlü olacaktım. Kollarımı tutarak beni mahkeme salonundan çıkaracaklarken arkamdan Hanın sesini duydum.
"Bana beş dakika izin verin,beyler. Konuşmam gerek onunla,"diye kafasıyla beni işaret etti.
Askerlerin birbirine olan bakışmalarıyla Han öfkeli bir nefes aldı ve bu sefer vurgularcasına konuştu.
"Cumhuriyet savcısı Han Vurgun Soyaslan. Bütün mesuliyeti kabul ediyorum. Çıkın,"dediğinde ikisi hızlıca dışarı çıktı. Herkes gibi. Babamda şimdi mahkeme salonunda kızının kelepçeyle çıkmasını sevinçle bekliyordur.
Hana dümdüz baktım.
"Niye kendini savunmadın!"diye bastıra bastıra konuştu.
Yüzüne alayla baktım. Beni mi kekliyordu bu adam!
"Savunulacak bir tarafım mı vardı,savcı?"diye konuştum. Gözleri dikte eder gibi bana baktı. Dudağını ısırdı ve az bir eğimle başını sol tarafına yasladı.
"Gerizekalı mısın kızım sen? Kimse savunmuyorsa bile sen kendini savunacaksın!"diye tekrar bana öfkeyle konuştu.
Bu ne diye şimdi bana böyle bakıyordu ki! Sanki hiç nefret ettiğini söylememis gibi. Duydum ben bunları, gözlerinde gördüm. Beni kandıramazsın ki ben kendimi defalarca kez kandırdım. Her kandırışımda yalanlarımla bütünleştim.
Yalan söylemek istemiyorum ,kendime. İnsan sadece kendisine yalan söyleyince acıyormuş. Kendimi acıtana kadar bilmiyordum. Savun diyorsun ama sen bile gönül terazinde beni suçladın,orada değildin ama yine de aklımdan gecirdin.
Şimdi söylesene günahlarım tek bir bedende toplanmışken ve bana savaş açıyorken ben onca kişiye nasıl silah sıkacağım?
Dikkatli gözlerim onun gözlerindeyken,gülümsedim. Gülümsememe ilginç bir şeye bakar gibi baktı. "Canım demek ki yatmak istiyor." Dediğimde derin bir iç çekti.
"Neden . Savunmadın,"diye üstüme yürüdüğü an yutkundum. Ne istiyorsun benden, benden alacağın hiçbir şey yok,Han.
Sustum,dilim yanmış ve kül olmuştu sanki.