Bazı yaralar vardır,dikiş tutmaz.
Sadece kanar aldığı darbeden.Bazen yalınayak koşmak isterdi insan,varmak istediği yere varana kadar.
Koşamamıştım hatta ayaklarıma cam kırıklıkları ve dikenler batmıştı. Bu yolda çok yara alacağımı biliyordum.
Babamla sessizce oturmuş duvara bakıyorduk. Onun elinde sallanan mektup vardı.Kanlı mektup, donduran ve üşüten.
"Ne zaman geldi bu mektup?"dedi, uzun sessizliği bozarak.
"İki hafta önce,"diye boş bir sesle mırıldandım. Sesim mırıldanmamdan kaynaklı kısık ve boğuk çıkmıştı.
Babam kaşlarını ağırca çattı. Sesimden dolayı olduğu belliydi ama umursamak istemedim.
"Peki bana ne zaman söyleyecektin?"dedi sinirle. Duvara artık bakmıyordu,gözleri tam yüzüme odaklıydı. Bakışları boşlukta gibi hissettiriyordu.
Tek kaşım istemsizce kalktı."Keyfim ne zaman isterse,sonuçta ilk sana göndermek isteseydi sana gönderirdi değil mi?" dedim sondaki alayla.
Öfkeden kızarmaya başlayan babama bakıp dudağımın ucuyla samimiyetsiz bir gülüş yerleştirdim yüzüme.
"Bana saygısızlık etmeyeceğini halen öğrenemedin mi?Öğretemedim mi ben sana!"dedi koyulaşan gözbebeğiyle. Kravatını çekiştirerek nefes almaya çalıştı.
Derin bir nefes alıp ona sıkıntıyla baktım.Beni ne zaman insan yerine koyacaksın. Ben ne zaman sana baktığımda bana yedi bin kat yabancı görmeyeceğim.Baba,hayalimde bile sana bakarken içim sıkılıyor.
"Şimdi ne yapacağız?"
"Beni ilgilendirmiyor. Ne halin varsa gör!Anlaşmayı sen kabul ettin ne de olsa!"dedi,gri gözleri yüzüme ifadesizce bakarken yutkundum.
Dışarıda yoğun bir gürültü vardı,kirli bir gürültü. Ne dedikleri anlaşılmıyordu,sadece kalabalık insan topluluğunun çıkardığı uğultular vardı.Babam sese dayanamazdı.
"Bana yardım etmeyecek misin?"diye sordum.
Başını olumsuzca sallayıp,"Hayır, sen kendin halledeceksin işini. Tek başınasın,"diye ifadesiz bir sesle yanıtladı. Ardından yanağının içini ısırıp,"Temiz hallet işini,"diye de bitirdi.
Seslerin gittikçe yaklaşmasıyla birlikte,"Buradalar ve ikisi de meteliksiz gelmiş. İşlerini bitirin,patron size süpriz yapacakmış beyler,"diyen sesi duydum. Bu sesi tanıyordum,aşinaydım.
Bu evvelliyatını siktiğimin sağ kolu olan Fikoydu. Her pisliğini,ayak işini buna yaptırırdı. Gülümsedim ve ayağa kalktım.Babama dönerek elimi uzattım.
Elime uzunca bakıp,gözlerime çevirdi bakışlarını. Gözlerinde sessiz bir emir vardı.
'Elimi kirletmeden buradan çıkalım.'onun dediğini anlamışçasına tek kaşım usulca havalandı ve dudağım kibirle kıvrıldı.
Bakışmamızı bölen sertçe atılan tekmeyle açılan kapıydı. Bakışlarım usulca oraya döndü. Öyle bir sakin ifadeyle onlara döndüm ki sanki çaya misafirliğe gelmişlerdi.
Önlerinde duran Fiko siyah takım elbisesiyle duruyordu. Hepsi aynı takım elbiseleri giymişti. On beş kişi vardı ve hepsinin kulağında kulaklıklar vardı. İletişim kurmak için. Sadece Fikonun sağında ve solunda olan adamlar iri yarıydı.
"Abi, başlayalım mı?"dedi korumalardan biri. Çelimsizdi ama yine de çok özgüvenli duruyordu,dudaklarımı büktüm takdir edercesine."Bu çelimsiz vücudunla mı?"dedim kalkan kaşlarımla.
Onunla alay etmem sinirlendirmiş gibi arkadan öne doğru bir adım atacakken yanındaki onu kolundan tutup kulağına bir şeyler fısıldadığında Fiko bana alayla bakıp"Sence de sonda değil misin?Burada,"dedi ve babamı kaşlarıyla işaret ederek,"İkinizde sağ çıkamayacaksınız,devriniz bitti artık."dediğinde babamla aynı anda kahkaha attık.