.İçindeki suçluluk duygusunu yaşamak yerine fahişelik yapmak, kendinden ödün verdiği her şeyi bir daha asla geri alamamak anlamına gelse de içindeki savaşın sesi bir süreliğine susacaksa eğer her şeyi yapabilir. Bu savaşta ölen ilk asker, kendi gururu olacak olsa bile. Kanın ilk damlası gururdan, sonrasındaysa şerefinden akıyor bu yüzden. Durmayan bir kanama, bitmeyen bir savaş demek. Barış, sadece sevmek ve sevilmek.
"Sen de içinde bir savaş veriyor musun?" diye soruyor Regulus fısıldayarak.
Yorgunlar, nefes sesleri birbirine karışıyordu daha bir iki dakika öncesine kadar. Ama James'e bu zevk yeterli gelmedi. İkisi de birer ot yaktı, bir de ondan yeni bir zevk beklediler.
Kafalarının pek berrak olduğu söylenemez bu yüzden. Seks, ot ve daha fazlası. Özellikle James'in üçüncü otunu şimdi yakması kafasını iyice bulandırıyor.
"Kim vermiyor ki?" diyor James de kelimeleri yuvarlayarak.
Aslında söylenecek çok şey var da, ne söyleyecek dil ne de söylenenleri kaldıracak bir kalp var karşısında. Ne bulacak alfabe var ne de dinleyecek aşk. Aslında konuşan çok ses var da, dinleyeni bulmak zor o kafada.
Bir soruya karşılık bir soru diyerekten soruyor James. "Sen hiç ağlar mısın?"
Bilmem diye düşünüyor o an Regulus. Ağlamama gerek mi var? Görmüyor musun? Anlamıyor musun? Beni ne kadar üzdüğünü göstermem için illa gözlerimi mi akıtmalıyım? Sen benim çığıran ruhumun isyanını duymuyor musun? Sen benim yanımdayken tenimin nasıl kızgın ateşle yandığını hissetmiyor musun? Her Lily'nin adını geçirdiğinde gözlerimin içindeki parıltıların nasıl kırıldığını görmüyor musun?
Sen bunları göremeyecek kadar kör müsün yoksa beni anlayamayacak kadar aşık mı?
Çok acı verici. En ufak bir duyguyu bile hissedemeyecek kadar çok aşık olmak. Kendi duygularının arasında başkasınınkini tanıyamamak.
O zaten ağlıyor ki. Her onları birlikte gördüğünde ağlıyor, her birlikte olduklarında ağlıyor, her saniye ağlıyor. Sadece göz yaşı dökmüyor, onun içi kan ağlıyor.
Bunları anlatsa ona, anlayacak mı?
"Hayır." diyor. Hem kendine hem de ona cevaben. "Ağlamam."
"Neden?" diye soruyor James de. "Seni hiç ağlarken görmedim."
Regulus gülümsüyor o an. Elinde tüten ottan içine çekiyor.
"Görmen değil, anlaman gerek zaten." Fısıldıyor. Fısıldıyor ki duymasın, o sadece söyleyebilsin ama karşısındaki duymasın. Sadece içinde kalmasın."Görmek mi isterdin?" diye soruyor cevabını değiştirip kendine ikinci bir şansı verirken. "Belki." diye cevaplıyor James de. "Neden?" "Bilmem."
Araya bir sessizlik giriyor sonra. Kimse bilmez, kimse de bilmiyor. Neden? Bilmem.
Pekala.
"Neden Lily'yi bu kadar seviyorsun?" Bilmem.
"Bak onu bilirim işte." diyor James. Bilme. Bilme diye geçiriyor içinden öbürü. Bilme James. Ne gerek var? Bilme. Kimse bilmesin. Kimseler duymasın. Kimseler görmesin. Susalım hep birlikte. Kimse bir şey söylemesin. Bakalım birbirimize saatlerce. Ben seni, sen onu izlerken izleyeyim. Olur. Ama sen yine de bilme. O da hiç öğrenmesin. Ben de bilmeyenlerden olayım. Hepimiz, her şeyden habersiz geçirelim hayatı. Ve ölelim en sonunda. Ben seni izlerken.
Sonra anlatmaya başlıyor James. Uzun uzun mısralar yazıyor, saatlerce şiirler okuyor. Anlatıyor işte aşkını, döküyor ortaya. Saatler hatta günler geçiyor aradan belki. Öbür çocuk her yeni kelimede ruhundan bir parça kaybediyor. Sanki bin sayfalık bir kitabın başındalarmış gibi hissettiriyor ona. Halbuki ne gerek var bu kadarına? Öbürü tek kelimeyle anlatır aşkını. Nedenini, nasılını öyle güzel açıklar ki o sözcük. 'Bilmem' Çünkü aşk bilinmezliktir işte. Nedenini nasılını anlamadan başlar ve bitmez. Biz bitti sanarız. Ama bitmez. Bitemez. Ölmez ve diri kalır.
James, gence yıllar gibi gelen bir sürenin ardından açıklamayı bırakıyor. Sonra öbürüne bakıyor. Uzun uzun, en dibi, en içi göre göre bakıyor. Çıplak hissediyor Regulus. Çırılçıplak.
"Keşke kız olsaydın."
İşte tam o an, yaşamak için bir neden mi buluyor yoksa ölmek için milyon sebep mi bilemiyor. Eğer o sırada birisi gelip James'in onu bin bir yerinden bıçakladığını söylese inanacak durumda. Öğle kramplar giriyor, öyle kemikleri kırılıyor ki ruhunda, bedeninde kalacak acıyı tahmin edebiliyor. Boğazını sıkan el yutkunmasına engel oluyor, kalbini sıkıp ezen öbür else nefes almasına. Sonra üçüncü bir el geliyor, midesini büküyor, oradaki her bir kelebek ölüyor. Dördüncü bir el de ekleniyor sıraya, kafatasını sanki vinçle eziyormuşçasına acıtıyor. Belki o an milyon tane el var üstünde ama hepsini anlatmak zor. Her yerinde, her bir acıda. Bir el.
Bir tek James'in eli yok zaten. Onun sadece sözleri var. Ona dokunmayı sevmeyen elleri ve ona dokunup paramparça eden kelimeleri.
'Keşke kız olsaydın'
'Acaba onunla iki erkek olarak sevişebilecek miyiz?' Onlar asla iki erkek olarak sevişemeyecekler. O zaman da demiştim, şimdi de diyorum.
O an genç çocuğun içinden o kadar çok şey geçiyor ki. İçinden gelen en güçlü istek cinsel organını kesmek belki de. Bak ben de bir kızım, beni sev artık diyebilmek. Ya da, bana bak, ben bir erkeğim ve beni böyle sevmen için ne istersen yaparım demek.
Bunları söylemektense bırakıyor James konuşsun, zaten kendisini ne zaman dinledi ki?
"Seninle yatmayı neden seviyorum biliyor musun?" O an bir duruyor, genç çocuğa bakmıyor bile. Kafasının güzelliğinden duvarı pür dikkat izliyor ama karşısındaki adamın ağladı ağlayacak olacağını görmüyor. "Lily'ye o kadar benziyorsun ki...belki kız olsaydın sana aşık olabilirdim. Onun gibisin, durgun, sakin, otoriter, çalışkan..."
O kadar çok kırıyor ki onu, kafasının içinde kendine olan nefretinden doğan çığırmalar bile susuyor. Çünkü kendine diyebileceği en ağır şeyi bile geçmiş oluyor onun söylediği. Daha nasıl hakaret edebilir ki iç sesi? En beterini gördükten sonra.
Kendini Vincent Van Gogh'un durumunda buluyor sanki. Ama o bir değil, iki kulağını da kesmek istiyor.
"Bir kadın olsaydın seni sevmeyi isterdim."
Sonra dönüyor arkasını, uyuyor sanki hiç bir şey olmamışçasına. Öbür çocuğu öyle bırakıyor, gözlerinden süzülen yaşlarla.
'Seni hiç ağlarken görmedim.' Dön arkanı diye geçiriyor içinden, genç. Bak bana, gör.
Ama o zaman anlıyor neden görmediğini.
Çünkü karşısında görmek isteyen gözler yok ki. Merak eden bir his var sadece. Gördüğünde onun yanında olup onu kollayacak mı ki? Onu sevecek mi? Yok, hayır.
Belki de biliyordur şu anda ağladığını, o yüzden dönmüştür arkasını? Yapmıştır. İnanıyor Regulus. Çünkü James, hayatı boyunca öbür çocuğu görmemek için elinden ne geliyorsa yaptı. Ve yapmaya da devam ediyor.
.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
a little death | jegulus
Fanfiction"belki bir gün, senin için bir sigara kadar değerli olurum ve sen de beni içindeki her acı ve hüzünle dudaklarına bastırırsın."