you're all i want

57 8 16
                                    


Part II

"Bir keresinde Sirius bana, babamıza ne kadar çok benzediğimi söylemişti." diyor beyaz elin sahibi. El, James'in göğüsü üzerinde, kalbini dinliyor. Yaşadığını bilmek güvenli. "Hayatımda hiç bir şey üzerinde bu kadar çok düşünmemiştim." Esmer çocuk, siyah buklelerle bir oyuncakmış gibi oynuyor. Her bir kıvrımda yeni bir boşluğa girip sığınıyor. "Ne buldun peki?"

Susuyor genç çocuk. Boştaki eli ile, James'in hiç fark etmediği kolyesini elinde döndürüp duruyor.

Renksiz, kağıt gibi beyaz bir tene sahip değil normalde, genel olarak bir pembelik esir alıyor yanaklarını. Ama şimdi, göz altlarındaki mor halkalar haricinde, gözlerini diktiği karşısındaki betondan duvarın beyazından ayırt edilebilecek hiç bir farkı yok. Donuk yüz hatlarını öyle bulanık gözlerle süslüyor ki cana sahip olmaktan yoksun, bir bedenin içine girmiş ölü bir ruh gibi duruyor. Sanki bir parça eti almışlar, ip olarak bolca damar kullanıp birbirlerine dikmişler, göğüs kafesinin içinde kırıklarla dolu bir kalbe taze bir ruhu mühürlemişler, üstüne deri adı verilen en parlak aksesuarlarla süslemişler ve ortaya bu çıkmış. Şimdi içinde sadece kalbinin kırık parçaları kendini yaralarken acıyla inleyip dışarı çıkmaya çalışan bir ruh var.

James, bu halde duşu tek başına almaması için çok uğraşmıştı ancak genç çocuk asla onun görmesine izin vermemişti bedenini. Erkek olduğunu belli eden hiç bir şeyi görmemesi konusunda karalıydı ve üstündeki kıyafetleri -kadın iç çamaşırları- çıkarmaması için ağlamıştı. Bu yüzden ya üstündekilerle duş alacaktı ya da James orada olmayacaktı. İkincisi oldu.

Şimdi yatakta yatıyorlar çünkü Regulus öyle istiyor. Ve James onun iyi hissetmesini sağlamak zorunda.

Beyninin boş, kalbininse fazlasıyla dolu olduğunu belli eden o donuk bakışları ve fısıldamaya bile gücünün zor yettiği konuşmasıyla cevaplamaya çalışıyor. "Bulmak istemeyeceğim her şeyi." Sesi kırılıyor. Yutkunmak belki geçmesini sağlar diye düşünüp üst üste yutkunuyor.

"Ben çok küçükken," diye başlıyor gözlerini o duvardan hiç ayırmadan. "Evimizin biraz arkalarında bir şeftali ağacı vardı." O cansız bedenine zıt olan ilk hareketi gözlerini kırpması oluyor. Kirpikleri olması gerektiğinden ıslak. "Orayı çok severdim. Korktuğumda hep oraya kaçardım. Yani ailemden kaçardım." diye düzeltmesi James'in kalbini burkuyor. "Bazı geceler öyle çok korkardım, öyle çok canım acırdı ki günlerce o ağacın altında kalırdım." Esmer çocuk, Black ailesinin çocuklarına işkence ettiğini hatırlıyor. "Acıktığımda şeftali yerdim, tuvaletim geldiğine koşardım. Eve girmemek için her şeyi yapardım. Mutlu da olurdum aslında. Orası huzurluydu. Bir ağaç bağıramazdı bana. Bir şeftali başımın üzerine sadece düşebilirdi, benim hiç bir yerimi acıtamazdı. Ailemden farklı olarak." Susmakla kalıyor o an.

"Bir gün," diye devam ediyor. "Ben böyle on bir yaşında falanım,"Yüzünde küçük bir tebessümle söylüyor bunu. "Babam da öyle içmişti ki beni tanımamıştı. Evin etrafında yürümek istemiş meğer. Daha ayakta duramayan adam yürüyüşe çıkmış." diyor hüzünle sonrasında. "Beni buldu." Duruyor o an. Sanki hatırlamak istemediği bir şey aklına gelmiş gibi. "İşgal edilmiş bir krallık gibiydim o an. Askerlerimin hepsi şehitti, oysa üstüme bir ordu geliyordu. Tek yuvamı kaybetmiştim sanki. Başımı soktuğum güvenli yerimi artık en korkunç canavarım biliyordu."

"Peki baban ne yaptı?" diye soruyor esmer adam. O soruyu sorarken, buklelerin içindeki parmakları birleşiyor ve bir kürek şeklini alarak gencin başını okşuyor.

a little death | jegulus Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin