Çırılçıplak, bir kolu kızıl kanla kaplı bedene esmer bir ten değiyor. Yabancı değil. Tanıdık olduğu da söylenemez.Silüetler onlar. Gerçek olmayanlar.
Bir tarafta, gerçeklikte, tanıdık tenin sahibini hissetmek hiç bu kadar güvenli olamazmış gibi hissettiriyor genç çocuğa. Kollar onu sarıyor, kaldırıyor, oturtuyor kucağına. Belinden sarılıyor, göğüsüne yatırıyor. Kesiklerle dolu olan kolu tutuyor ve eli kanla tanışıyor o an. Sessizce kulağına fısıldıyor gencin, "Sorun yok. Atlatabiliriz, güvendesin." Güvende olmak istiyor genç de. Güvende de hissediyor. Huzurlu, bulutların üstünde...Uçuyor sanki. Etrafta sigara kokusu var. Belki de bulutlarda değildir, ancak bulutlar, arkasını yasladığı bedenden daha iyi hissettiremez.
Etrafındaki kollar belinde buluşuyor, bu ona sonsuzluğu hatırlatıyor. Sanki kol değil de sonsuzluğa giden bir yol. Parmaklarının ucuyla dokunsa kurtulacak tüm kederinden.
Ama başı çok dönüyor. Kim tutar?
Gözüne ilişen bir sahne oluyor orda. Silüetlerin dansı, ritimsiz, müziksiz. Hissiz. O çocuğa dokunmayan eller görüyor, tiksinen bakışlar, uzaklaşan bedenler. Ve ağlayan bir çocuk. Siyah saçları, inci beyazı teni ve donuk, gri gözleri var. Gerçek olmayanlar onlar. En kötüsünü yaşayanlar. O çocuk...Acıyor ona. Halbuki kendisi istediğine sahip, ona ne ki? Ve şimdi de istediği gibi sahip olabilir.
Sevdiği adam ondan tiksinmiyor sonuç olarak, ona dokunmayı, onu hissedebilmeyi seviyor.
Rüzgara fısıldar gibi, "Dokun bana." diyor bu yüzden. Dokunuyor öbür beden de. En mahremine dokunuyor, belki en özeline. Beyaz ten utanmıyor ilk defa kendini göstermekten. İlk defa teninin beyazlığından utanmıyor o, inci gibi parladığına mutlu oluyor. Kendini bırakabileceği kolları biliyor artık. Güvenebileceği yeri.Kendini verebileceği bir yuvası var onun. Tüm hislerini hissederek geçereceği geceleri, bütün huzuruyla sevgilisinin kolları arasında uyuyabileceği gece sonları var. O silüetse boş. Acınası. Başka ellerin ona dokunmasına izin veren bir fahişe. Bağlı belki o esmer çocuğa, ama esmer, her zaman bir başkası sanki. Beden aynı beden, saçlar, gözler, ten aynı. Peki ya ruhu? Ne kadar yabancı ona, ne kadar farklı. Nasıl da zıt aynı bedenlerinin rengi gibi. İnci beyazıyla güneşin sevgilisi bir esmerlik, bronzluk. Her gün başka bir duygu değil de her gün başka bir ruhla yanına gelen adamın koynuna girmesine izin veren bir gölge o. Bu yüzden her zaman bir yabancının dokunuşuna mahkum işte. Ona ait olmayanı istediği ve kabul ettiği için. Her yabancıya kendini veren bir fahişeden farkı yok ki. Her gün farklı bir adamla. Her gün başka biriyle. Kazancıysa tek bir gece. Ona gerçekten dokunacağını düşünerek kaybettiği her bir geceyi ödülmüş gibi kabul ediyor o. Lakin bir ölüden farkı yok onun. Diri cesedine değen toprak gibi yabancı o beden kendisine. Diriliğine yabancı olan ruhu gibi aynı. Kendi de benliğine yabancı, daha benliği ile tanışamamışken nasıl başka elleri kabul etsin ki bünyesi?
Her neyse, ona ne ki? İnci mutlu. Huzur bulduğu esmer tenin arasında sanki soğuk gecelerde kendini yorganına sarmalamış bir çocuk gibi hissediyor.
.
O fahişeyi, o silüeti ilk gördüğünde tanıyamıyor esmer çocuk. Yatakta elinde bir cigara ile uzanmış, kan akan kolu da açıkta kalmış.
Ama asıl olay o değil. Giydikleri, büründüğü hal. Aslında asıl olay kan da insanlar yaraları görmektense sürtükleri ayıplamayı tercih ediyorlar.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
a little death | jegulus
Fanfiction"belki bir gün, senin için bir sigara kadar değerli olurum ve sen de beni içindeki her acı ve hüzünle dudaklarına bastırırsın."