...
"Merhaba..."
Fısıltısı gülme isteği yaratsa da gülmedim, sadece kafa selamı verdim. Yanıma oturduğunda direkt olarak telefonunu masaya koydu. Onda alışkanlıktı. Telefonu gözü önünde olmazsa sinirleniyordu.
"Hoş geldin Lixie!"
Jeongin hevesle ona sarılmak için ellerini açtığında Felix öylece kaldı. Son iki yılını hatırlamadığı için onu da hatırlamaması normaldi.
"Ben üzgünüm ama sizi de tanımıyorum."
Jeongin yanında ki sevgilisine baktı. Chan nazikçe gülümseyip onu oturttu sandalyesine. Sandalyesini kendine çektiğinde kulağına bir şeyler söyledi ama ben aklını okuduğum için biliyordum.
Felix'in kaza geçirdiğini, son iki yılını hatırlamadığını söylüyordu.
Felix tedirgin bir halde bana döndü. Benim de bakışlarım onu buldu. "Tanımıyorum.."
"Chan'ın erkek arkadaşı Jeongin, bir kaç aydır sevgililer."
Kafasını sallayarak beni onayladığında önüne döndü. Kucağında ki ellerini izlemeye başladığında gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Yanımda bir hareketlilik olduğunda hızlıca açıldı yeni kapattığım gözlerim. Garson başımızda bekliyordu. Muhtemelen Felix'in siparişini almak için gelmişti.
"Sıc-"
"Sıcak çikolata ve brownie."
Söyleyeceğini şeyi söylediğim için şaşkınca bana döndü. Omuz silkip önümde ki bardağı aldım, bir kaç yudumdan sonra kahve bardağını önüne bıraktım.
"Sıcak çikolatan gelene kadar ellerini buna sar, üşümez."
✨️
Felix.
Söylediği şey nefesimi keserken sessizce ellerimi bardağa sardım. Ellerimin sürekli üşüdüğüne kadar her şeyimi biliyordu.
Bardak çoktan elimi ısıtmaya başladığında bakışlarım etrafta dolaştı. Tanıdık bir havası vardı buranın, aynı zamanda da hiç tanıdık değildi. Garip hissediyordum.
Hyunjin ve Jeongin hem uzak hem bir o kadar yakın geliyordu.
Hyunjin...
Aklımı kurcalıyordu. Sürekli onu düşünmeye başlamıştım. Onu hatırlamak için kendimi zorlamıştım ama aklıma hiç bir bilgi gelmemişti. Sadece telefonumda ki fotoğraflarımızdan ve konuşmalarımızdan onu tanıyordum.
Anladığım kadarıyla zevklerimiz uyuşmuyordu bile. Konuştuğumuz her konu neredeyse benimde ilgimi çeken şeylerdi. Sevgili olduktan sonra üzerime daha çok düştüğü belliydi mesajlarından. Bakışlarından bile bana kıyamadığı ortadaydı.
En sonunda etrafı incelemeyi bırakıp ona baktım. Chan ve Jeongin ile sohbet ediyordu. Jeongin'in bakışları arada bana kaysa da çoğunlukla sevgilisiyle ilgileniyordu.
Sonunda sıcak çikolatam ve browniem geldiğinde Hyunjin'in bardağını önüne koydum. Bakışları yine bana dönmedi. Umursamadım. Belki bu önemli bir şeydi ama onu tanımıyordum. Onu tanıyan tek yanım kalbimdi. Onu gördükçe hızlanan kalbim...
Ellerimi kendi bardağıma sardım. Sıcacıktı. Sıcak çikolatanın kokusunu içime çekerken Hyunjin yavaşça masanın ortasında ki pakete uzandı. Hala konuşurken paketi açıp içinden çatal çıkardı. Çatalı önüme bırakıp kahvesini yudumladı.
Gözlerimi bir kaç kez kırpıştırdım. Bebek değildim, kendi çatalımı alabilirdim ama bunu yapması beni heyecanlandırmıştı.
Dudağımdan istemsizce bir hıçkırık kaçtığında hızla ellerimi dudağımın üstüne kapattım. Gözlerim şokla kocaman olurken Hyunjin'e baktım istemsizce. Dudağının bir kenarı yükselmişti. Muhtemelen biliyordu heyecanlanınca hıçkırdığımı. Nefesimi tutup bir kaç saniye sonra bıraktım.
Ancak bıraktığım an tekrar hıçkırdım. Oflayarak sıcak çikolatama yöneldim. Tam dudağıma değdirecekken Hyunjin sonunda bana dönerek bardağı elimden aldı. Ben yine ona dönerken o bardağı masaya koymuştu.
"Çok sıcak şu an. Şimdi içersen dilin uyuşacak, biraz bekle."
"Ama-"
"Biliyorum içmeyi çok seviyorsun ama şimdi içme. Dilin uyuşunca yemekler tat alamıyorsun. Önce brownieni bitir, daha sonra içersin bunu."
Tekrar hıçkırdım. Yarım ağız sırıtırken önüne döndü. Dediğini dinledim. Benimle ilgili her şeyi bildiğini açıktı, çabalamamın bir amacı yoktu.
"Hyunjin?"
Anında bana döndü. Bu minicik hareketi bile kalbimi hızlandırırken tekrar hıçkırdım.
"Efendim?" Dedi dudaklarında ki minik tebessümle.
"Biz daha önce buraya geldik mi?"
"Evet."
"Anladım..."
Sessizce önüme dönüp brownieme baktım. Güzel gözüküyordu, hatta fazla güzel ama yiyesim kalmamıştı. Çatalı elime aldığım an hevessizce geri bıraktım.
Yanımda ki suyu alıp hızla dudaklarıma götürdüm. Başım ağrıyordu. Kafamın iki yanına bastırılıyormuş gibi hissediyordum.
'Benim minik bebeğim ne yapmış bakalım bugün?'
'Gel buraya küçük prens.'
'Güzel sevgilim benim...'
'Kim üzmüş benim bir tanemi?'
'Benimle sevgili olur musun Lixie?'
'Bu adam sana deli gibi aşık. Senden vazgeçmez.'
'Annem seni sevmiş. Bugün arayıp numaranı istedi, her an ararsa şaşırma güzelim.'
'Neden orada kalıyorsun ki? Ne güzel Benimle kalıyordun günlerdir?'
'Aşkımdan delirdim galiba ben ya, bir öp görelim delirmiş miyim delirmemiş miyim.'
Aklımda canlanan şeyler başımı daha çok ağrıttı. Anında kalktım masada. Chan ve Jeongin bana döndü, Hyunjin ise zaten beni izliyordu.
"Ben... Gitsem iyi olacak. Sonra görüşürüz."
Eşyalarımı aldığım gibi kendimi dışarı attım. Derin derin nefesler almaya başladığım an elim kazağımın yakasına gitti.
Elimde hissettiğim ıslaklıkla kafamı kaldırdım. Kar yağıyordu. Titreyen elimi zorla kaldırdım. Düşen kar taneleri avucuma düşerken gülmeye başladım.
'Sen kârın habercisisin meleğim. Ne zaman kar yağsa gülümse, kafanı kaldır ve gökyüzüne bak. Çünkü aynısını bende yapacağım.'
Sertçe yutkundum. Kafamı kafenin camına döndürdüm. Hyunjin, yağan kâra değil de bana bakıyordu.
Gülümsedi. Dudaklarını oynattı yavaşça. Fransızca konuşmuştu. Benim Fransızca bildiğim için böyle konuştuğunu biliyordum. Dudak hareketlerine odaklandım sadece.
"Gökyüzüne değil, gökyüzüme bakıyorum."
...
of of eirahyunjin lazım bana 🫠
bu arada eira kar demek 🫶
-yeis
ŞİMDİ OKUDUĞUN
eira | hyunlix
Non-FictionHwang Hyunjin, gördüğü herkesin aklını okuyup ne arzuladıklarını anlayabiliyordu.