"Niye yatıya kalalım..."
Niye cümlesine devam etmiyor?
Belki telefonu çaldığı içindir.
Acaba kim arıyor?
Ayağa kalkıp telefonu açmasıyla bir süre daha konuşamayacağımızı anlayıp yemeğine dönüyordum ki duyduğum kelime ile yutkundum.
"Alo, baba?"
Kağıt onlara ulaşmış mıydı yoksa başka bir şey mi vardı bilmiyorum ama bir süre karşı tarafı dinleyip telefonu kapatan Güney yerine otururken telefonu da kapatıp masaya bıraktı.
"Pardon. Ayrıca neden yatıya kalalım ki? Timur Bey geç gelirse eve döner, konuşmak için yarın geliriz."
Ama sen her dediğimi ciddiye alırsan ben nasıl şaka yapacağım ki? Olsun böyle daha eğlenceli.
"Hiç kendinizi yormayın. Zaten son bir kaç gündür sürekli bizim evdesiniz. Şimdi eve giderken bir şey çıkar, gece ikide yine basarsınız evi falan."
Güney güldüğüm için ciddi miyim değil miyim anlamasa da Kuzey anlamış olacak ki iç çekti.
"O gün için özür dilemiştik."
Herhalde özür dilediniz, bir de dilemeseydiniz. Ama benden özür dilediğinizi hatırlamıyorum.
"Öyle mi? Kimden?"
"Timur Bey..."
Yüz ifadem zaten bu cevabı beklediğimi gösterirken sustu ve kaşlarını çatmamaya özen göstererek masada geriye yaslandı. Ama bu yemek faslı daha ne kadar sürecek?
Duyduğum topuklu ayakkabı sesi ile gülümseyip arkama yaslanırken - daha fazla yemek yiyemeyeceğim galiba- içeri giren annemin yüzünde beklemediğim bir ifade görmemle sönmek üzere olan mumdan hallice olan gülümsememle ona baktım. Önce bana sonra davetsiz misafirlere ve sonra da Çağrı'ya dönen bakışlarıyla bir süre durdu ve aynı müşteri görünce gülümsemeye çalışan, çalışan gibi bir gülümseme yerleştirdi yüzüne.
"Merhaba, Kuzey Bey'di değil mi? Eşimle konuşmaya gelmiştiniz galiba. Kendisi yolda, beklediğiniz için teşekkürler. Yemekten sonra kahve ister misiniz?"
Yok, zaten gidecek-
"Olur."
Annemin arkasından gelen Duygu Hanım - ki annemin asistanı oluyordu- elinde poşetlerle içeri girerken annem ona dönüp gülümseyerek üst katı gösterdi.
"Duygu Hanım, poşetleri üst katlara bırakabilirsiniz. Yalnız merdivenlerden dikkatli çıkın."
Duygu Hanım, ellerinde poşetlerle merdivene yönelirken küçük bir uyarıda bulunmayı da unutmayan annem bize tekrar başıyla selam verdi ve baş hizmetliyi çağırıp Duygu Hanım'ın arkasından yukarı çıktı.
Baş hizmetli yemekten sonra nasıl kahve içeceğimizi sorup bir garson gibi mutfağa giderken yiyemediğim tabağım fark edilmesin diye yemeğe devam ediyormuş gibi yapıyordum ama bastırdığım uyku isteğim denizdeki şişme bot gibi gün yüzüne çıkıyordu. Tabi yine masada uyursam babamın beni uzun bir süre uyutmayacağı kesindi. Bu planlarım için büyük bir sekte ve düzensiz sağlık durumum için de basitçe bir felaket olurdu. Zaten yoldayım diye bana mesaj atıyorsa şu an son hız buraya gelmesi lazımdı, gerçi ben üniversite sınavında hastaneye kaldırıldığımda ancak akşam dört gibi uğramıştı yanıma. Hastane evraklarıyla ilgilendiğini söylemişti, ancak hepsiyle annemin ilgilendiğini bildiğim için bunun basit bir yalan olduğunu anlamıştım. Gerçi üzerinden bir yıl geçmiş ve ben ölüp geçmişe dönmüştüm, yani mazide kaldı öyle şeyler hiç dargın kalmaya gerek yok... İçtiğim suyla dudağımın sızlamasıyla uzun bir sövme paragrafını babama mesaj olarak attım. Tabi kafamdan.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ölü Yıldız
Novela JuvenilFantastik gerçek ailem kitabı mı, hemde erkek başrol. Geçmişe dönen bir çocuk ve iki aile... "Eriyen mum ve çürüyen çiçek gibi, tümörün dördüncü evresi tam olarak böyle hissettirmeli."