10. Bozuk Satıh

3.9K 299 155
                                    




Cuma sabahı gözümü açtığımda saat on biri bulmuştu. Bir şeylere geç kalmışım gibi aceleyle çıktım yataktan. Sonra ne yapacağımı düşünüp hiçbir şey yapmayacağımı fark ettim ve usulca yatağıma oturdum. Gözüm kapıya gidip durdu. Gelen yok, gelecek yok, kahve içmeyeceğim, denize gitmeyeceğim. Ne yapacağım o zaman diye düşünmeye başladım. Elime telefonu aldığımda Bilge'nin mesajıyla karşılaştım. Evet, işte o zaman gün aydı.

"Kahve makinem gelecekmiş bugün. Kapıda kalmasın, yanına alır mısın? Söz; pazar sabahı kahveler benden."

Sabah körü atılmış. Ara ara o saatlerde uyanıp dururum aslında. Bugün de uyuyasım tutmuş. Belki erken görsem, cevap yazsam, o da yazsa ne yapıp ettiğini öğrenirdim diye düşünürken buldum kendimi.

Çalışıyor muydu o saate kadar? Ne bileyim gündoğumu çekimi falan? Anlamam ki o işlerden. Ya da iş bitimi eğlenceye falan mı gittiler, ondan mı uyanıktı...

Yazıp yazıp sildim. En son bir kere daha okumadan -kendime silecek zaman tanımadan-gönderdim mesajı.

"Oh bu sabah bir güzel uyumuşum ki! Daha yeni açtım gözümü. Merak etme komşum, makineni kurda kuşa yem etmem."

Atar atmaz da pişman oldum. Yüz yüze olsak espri yaptığımı anlar ama mesajı görünce alınır mı ki? İster miyim bir daha çalmasın kapımı? Yok istemem, gelsin. Mesajı silsem, sildiğimi sorar mı ki diye düşünürken cevap geliyor.

"Ben çok mutsuz kalktım ama senin mutlu olduğunu bilmek iyi geldi."

Telefonu bırakıverdim... Yazsam ne yazacağımı, sussam ne manaya geleceğini bilemedim. Düşünmemek en iyisi diyerek ayaklandım. Odamı temizlemeye karar verdim. Harika bir meşgale oldu(!) Ne kadar sürebilir ki on beş metre kare odayı temizlemek... Yirmi beş dakikamı almış işte. Zemin kattaki çamaşır odasına inip çamaşır yıkasam mı diye düşündüm ama Elçin'in bugün dönmesi lazımdı. Onların evinde çamaşır yıkamayı seçtim. İçi geçmeye başlayan karpuzumu peynirle beraber ayaküstü atıştırmaya başladım. Bir can sıkıntısı vardı içimde; ne yapacağımı bilememe hali falan... Zeliş'le konuşurken çalımladığım fındık ezmesinin dibini gördüm. Pazar sabahına -Bilge gelmeden- yenisini alayım derken buldum kendimi. Odada durdukça kuruluyordum sanırım. Çıkayım dedim. Nereye?

Öylesine dolanmak bana iyi gelecekti. Bir şort tişörtle makyaj yapmadan ve saçımı da yıkamadan, güneş gözlüklerime sığınarak dışarı attım kendimi. Kafamda Reshine'a geçmeden kuaföre giderim düşüncesi varken yürümeye başladım. Ama sonra ne oldu da taksiye bindim ve dün Bilge ile gittiğimiz sakız ağaçlı kafenin adını verdim bilmiyorum.

Dünden kalabalıktı, gözüm Bilge ile oturduğumuz masayı seçti, oturdum, acı bir kahve sipariş edip bez çantamdan Nilu'yu çıkardım. Karşımdaki boş sandalyeye bakıp kalemi elime aldım. Sonra bir şey dürttü beni. Elime telefonumu aldım, boş sandalyeyi koydum kadrajıma. Ucundan Nilu da görünüyordu. Fotoğrafı önüne ardına hiçbir şey eklemeden Bilge'ye gönderdim. Bir süre cevap gelmedi. Nilu'ya bakıp "Hayır, zaten cevap gelir diye yollamadım," dedim. Bilge'ye sarmamak için Elçin'e yazdım. "Uçağın kaçta?" dedim sadece ve "Havaalanındayım ama anneannem bana uğramadan İzmir'e geçersen hakkımı helal etmem demiş. Galiba hafta sonu İstanbul'da olacağım," yazmış. Daha ben bir şey demeden de sürdürmüş. "Pazartesi bir geleyim bak kıçının dibinden ayrılıyor muyum? Yaz daha yeni başlıyor!"

Yoo, dedim içimden. Yazı yarıladık. Ona da dil çıkardığım bir fotoğraf gönderdim. "Sensiz gayet iyiyim. Onca gezdik beni götürmediğin ne güzel yerler varmış, bir bir keşfediyorum."

Arabesk PavyonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin