on beş ve on üç

414 38 45
                                    

♧♧♧

Gözlerim öyle yanıyor, öyle sızlıyordu ki... Karşı koymak zordu. Ellerimi yumruk yapıp tırnaklarımı avucuma bastırdım. Dudaklarımı dişlerken, burnumun ve gözlerimin kızardığından emindim.

"Onu korumamız gerekiyor!"

"Onu böyle koruyamazsınız, anne!"

Kulaklarımı tıkayıp, ağlayarak kaçmak istiyordum sadece.

"Sen korursun. Sen varsın, Jay. Kardeşini korumak en büyük görevin senin." Babam tane tane konuşunca, abim bir saniyeliğine bana döndü. Bir süredir sert çıkan, annemle babama karşı olan sesi, beni görünce sakinleşti.

"Hayır baba, onu ben koruyamam. Onu alıp şehre götürüp, o aptal binların içindeki kutulara hapsetmem. Onu böyle koruyamam."

Abim...

"Ne yapacağız o zaman, Jay? Söylesene? Tüm sürülerin Alfa'larının, sürüsüne katmak istediği oğluma karşı nasıl bir güvence alabilirim?"

"Baba-"

"Sen onu abisisin evet ama bende onu babasıyım. Tek istediğim onun güvenliği."

"Başka çözümü olmalı baba!"

"Jay..." Ve devamı bağırışmalarla dolu olan başka bir tartışma. Gözlerim daha da sızladı ve burnumu çektim. Hissettiğim tanıdık kurt uluması ve kokusuyla, kafam hemen pencereden dışarıya döndü. Kimsecikler yoktu ama ben tanıdım.

Kısaca tartışan aileme göz gezdirdim ve hemen ayaklanarak evden çıktım. Benim güvenliğim için tartışırken, çıkıp gittiğimi bile fark edememiştiler. Bir kaç göz yaşı süzüldü yanağıma doğru. Burnumu bir kez daha çektim. Evimiz, her aile gibi ormanın içindeydi. Sürümüzün öbür kollarından birisindeydi. En yakın komşumuz, Sim'ler ve Yang'lardı. Bu orman hepimizi birleştiriyordu.

Tahta evimizin verandasındaki merdivenlerden indiğimiz gibi kendinizi ormanda bulabilirdiniz. Daha yeni yeni alıştığım bu ağır kokular arasından, hemen tanıdığım onun kokusunu çektim ve takip ettim. Bir kaç adım atmama gerek kalmadan önümde belirdi.

Siyah postu ve siyah gözleriyle, ormanda bir gölge gibiydi. Benden büyük ve daha önce benliğine kavuştuğu için, hem bana hemde öbür sürülerdeki kurtlara meydan okuyan bir cüsessi vardı. Pekala, o fazla kalıplıydı.

Nasıl daha önce fark edememiştim bunu ben?

Dokuz yaşındayken, ormanda yaptığımız kaçamaktayken ayağım kırıldığında, onun dönüşmesini izleyip beni taşımasına izin vermiştim. Veya on yaşındayken katıldığı gençlik yarışmalarında yalandan tezahürat yaparken görmüştüm onu. Abimlerle, serserilik yapıp yavru ceylanları kovaladıklarında da görmüştüm. O zamanlar bu kadar gelmemişti gözüme.

Bu kadar derken, erkeksi.

Pekala, büyüyorduk. Ve o, bizden daha çabuk büyüyordu.

Uzun yırtıcı dişlerinin arasında bir kaç çiçek tutuyordu. Yanıma yaklaşırken nefesimi tuttum. Heycanlanma. Heycanlanma. Yüzü, bedeninin izin verdiğince gülümseme aldı.

eyes on fire, heesunHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin