♧♧♧
Saçlarımı son kez düzeltirken büyük bir iç çektim. Öyle doluydum ki... Buraya gelirken nasıl bir kafada olduğumu düşünüp, kendimi sorgulamaya başlamıştım. Koskoca beş yıl boyunca; ailemin, abimin sıcaklığının, Jungwon'nun bana verdiği güvenin ve onun hislerini özleyerek beklemiştim. Her yastığa başımı koyduğumda onlarla tutuşup yanmıştım.
Onları suçluyordum tabii ki de.
Daha kendimi bilemeden, tanıyamadan, apar topar gönderildikten sonra geri dönmeyi beklerken sadece onların özlemini çekiyordum. Ben bu zorluklarla başa çıkmaya çalışırken, onlar nasıl bu kadar taşlaşmışlardı?
Ayrılık sadece kalan için bir acıdır sözü yalnış, giden tüm acıyı kendisiyle beraber götürür çünkü.
"Sunoo! Çık artık." Annemin sesiyle kendime gelince, üstümdeki tişörtü düzelttim. Sade beyaz bir tişört ve kot pantolon giyinmiştim. Lee Ailesinin evine böyle girebilen ilk kişi olma gibi bir umudum vardı. Takım elbise asla giymezdim ben. Saçımı son kez düzeltip aynanın önünden ayrıldım. Telefonumu cebime sıkıştırırken, sanki saatlerdir saçımı yapan ben değilmişim gibi onları bozdum ve kulağımın arkasına sıkıştırdım. Fazla uzamışlardı.
Tamam, heyecandan ölecektim.
Doğduğumdan beri, bir gariplik olduğunun farkındaydım. Başta bunun etraftan gelip beni bulduğunu düşünürdüm ama bunda yanıldığımı anlamam uzun sürmedi. Garip olan bendim.
Ve bunu, benimle alakası olmayan bir adamdan öğreneceğim içinde huzursuzlukla beraber heyecanlıydım da.
Camımdan içeri sızan rüzgarla tenim titreyince bir kaç saniye gözlerimi kapattım ama tanıdık kokuyla hemen açtım. Köşeden mavi örgü hırkamı kaptım ve giyinirken merdivenlerden aşağıya indim.
Babam ve abim bir kaç işlerinin olduğunu söyleyerek Jung'lara gitmişlerdi. Annem ise beni geçirmek için evde kalmayı seçmişti. Şuan merdivenlerden inen bana, somurtarak bakarken yüzüme hafif bir tebessüm kondu.
"Bir gömlek giyseydin."
"Anne..."
"Sus bakalım sen. Heeseung sana bağlanmış ve bunu yeni duyuyorum, hala inanmıyorum."
"Her şey çok çabuk gelişiyor anne, biliyorsun. Bazen ben bile kendime yetişemiyorum-"
Yüzümü kavrayıp saçlarıma bir öpücük kondurdu. Kollarının arasına beni alırken Etrafına yaydığı kokusuyla rahatladım. Annemin kokusu her şeye bedeldi.
"Ne olursa olsun, o 'altmış yaşında olmasına rağmen otuzluk çıtır' gibi gözüken çakma bunak sana ne derse desin... Sen benim biricik yavrumsun." Lider Lee'yi tanıtma şekline kıkırdarken sıkı sıkı sarıldım anneme. Hiç gitmek istemiyor veya herhangi bir gerçekle yüzleşmek istemiyorum.
Kendimi tanımak bile istemiyordum.
Kapının önünde duran bedeni hatırlayınca annem çabucak beni postaladı. Gerginlik halinde nefesimi tuta tuta kapıdan çıkıp verandaya indim. Oradaydı.
Siyah bir gömleğin altına, siyah yırtık pantolunu ve kirli postallarıyla, arabasına yaslanmıştı. Simsiyahtı. Gölge gibiydi. Saçları ıslak ve geriye atıktı. Traşı olduğu gibi ortadaydı. Gömleğinin bir kaç düğmesi açık, kollarını ise kıvırmıştı. Gömleği zorunluluktan giydiği çok belliydi. Merdivenlerden aşağı indiğimi görünce yaslandığı arabasından ayrıldı ve bir iki adım attı.
Nefesimi dışarıya salarken zorunlu bir gülümseme yerleştirdim dudaklarıma. Cebini elinden çıkarırken sırıttı. "Çok mutlu gördüm seni."
"Ne komiksin."