♧♧♧
Ormanımızı genellikle severdik. Aslında severdim diyeyim ben ona. Beni kendine çekerken, dilediğimce koşma ve özgürlük hissi uyandırırdı bende. Kollarımı açıp büyüdüğüm ağaçların içinde koşarken belki bir karga, belki de bir sincap eşlik ederdi bana. Gözlerim kapanırken, nefesimi içime çekerdim.
Ama bazen, ormanımızdan nefret ederdim.
Odamın penceresinin kenarında olan küçük oyuntuya oturur ve yağan yağmuru izlerken, buraya döndüğümden beri beni esir almış olan depresyon ve bunalım bulutları kafamda duruyordu. Yağmurun küçük çarpışları, diğer benliğimin bana olanak tanıdığı gelişmiş duyumuz sayesinde içime işliyordu. Yemek yemiyor, içmiyordum. Soluk tenim iyice solmuş, dudaklarım beyaza bürünmüştü.
Ölü gibiydim.
Bella'nın, çocuk doğurup ölüm döşeğinde yattığı hale benziyordum.
Gün bir.
Gün iki.
Gün üç.
Birinci hafta.
Üstümde ki bu bulutları ne zaman atacaktım?
Sorularımın cevapları yarım yamalak beynimdeyken, onları tekrar etmekten başka bir çabam yoktu. Banyo yapacaktım birazdan. Sonra süslenip yemeğe oturacaktım. Ve bitti zannettiğim olayın aslında başlangıç kurdelesini kesmeye başlayacaktım.
Makası tek ben tutmuyordum.
Makasın diğer ucunda ise, o vardı.
Uluma sesi, yağmuru bastırıp kulaklarıma dolarken uzakta olduğunu hissettim. Adım seslerini duydum. Bu yağmurda deli gibi koşuyordu. Sonra birden sesler kesildi ve bir şeyi fark ettim. Ben onu kulaklarımla değil, kalbimle duyuyordum. Hissediyordum. Geldiğini belli eden bedenim cayır cayır yanıyor, bizi ona götür diyordu.
Bende ona gitmek istiyordum.
Benim güvenli yerim.
Sabahtan beri denizlerde batan gemilerimin üstünde savsak adımlarla yürüyerek odamdan çıktım. Her adım bana bir güç verdi nedense. Ona kavuşamadan, içime neşe doldu.
Bağlanmak böyle bir şey miydi?
Merdivenleri teker teker inerken, annemin gözlerini hissettim üzerimde. Ona kısaca geri döneceğim adlı bir bağırış sunmuş ve hızla kapıyı açıp kendimi yağmura bırakmıştım.
Çocukluğumdan beri pislenmekten ve kirlenmekten nefret ediyordum. Kurtlar pis ve vahşi hayvanlardı ama ben onlar gibi çamurda yuvarlanmaktan hoşlanmazdım. Ya da ne bileyim, avlandıktan sonra o üstümüzde kalan vahşi kokuyu sevmezdim. Ben kurt olmayı da sevmezdim sanırsam. Ama, sonsuzluğa koşuyormuş gibi yüzüme çarpan havayı her hissettiğimde başka bir benliğimin olmasına hep dua ettim.
Yine klasik, pembe kalpli bir pijama ve üstünde Velma baskılı beyaz bir tişört giyinmiş, elime geçen kirli botlarımı ise bağlamadan ve fermuarını çekmeden aceleyle, son bir kaç gündür yağmurlu olan ormanımıza çıkmıştım.