Tırmandığım duvardan arkama dönüp tüm hayatımı geçirdiğim eve baktığımda yüzümde acı bi tebessüm oluşmuştu. Bu ev benim için altın bi kafesten başka bişey değildi.Küçüklüğümden beri ailemin kararları ve baskılamaları ile büyümüştüm. Yiyeceğime, içeceğime, giyeceğime hatta hobilerime bile onlar karar vermiş beni tam anlamıyla mükemmel bi evlat olarak yetiştirmişlerdi. Bana göre ise mükemmel bi kukla.
Zengin bi ailem vardı Bodrum'un en gözde mahallesinde yaşıyorduk. Şu ana kadar hiç okula gitmemiştim. Hep özel hocalar evimize gelir evde eğitim görürdüm. Küçükken annemin organize ettiği bi bağış işinde okula giden benimle yaşıt bi çocukla tanışmıştım. Okadar güzel anlatmıştı ki bende okula gitmek istemiştim. O akşam anneme bunu söylediğimde beni reddetmiş ve bu konu hakkında birdaha konuşmamı yasaklamıştı.
Ona göre kendimle gurur duymalıymışım, birçok kişi benim yerimde olmak istesende olamıyormuş.
Evet belkide haklıydı ama o çocuğun okuldaki arkadaşlarından bahsederken gözleri parlıyordu. Bende arkadaş istiyordum. Bunu söylediğimde ise benim onlarla arkadaş olamayacak kadar özel olduğumu söyleyerek geçiştirmişti.
17 yıllık hayatımda en güzel yılları ise 2 aylığına dayımın yanına gittiğim zamandı. Dayım doğayı çok severdi o yüzden dağlık bibarazide kendine ait bi çiftliği vardı. İçinde her türlü hayvan bulunurdu.
Dayım ona gittiğim zaman bana doğa ile ilgili herşeyi öğretmişti ateş yakmayı, hayvanlarla ilgilenmeyi, avlanmayı, doğada yön bulmayı ve daha nicesini orada en büyük tutkumun okçuluk olduğunu öğrenmiş ve doğaya olan ilgimi farketmiştim, at sürerken insanın ne kadar özgür oldunu ve bu özgürlüğe ne kadar muhtaç olduğumu. Dayımın yanından ayrıldıktan sonra ise tekrar o kafese girmek benim için tam bir işkenceydi.
Özgürlüğü bir kere atmıştım artık kafesi istemiyor herşeye sorun çıkartıyordum. En sonunda annem dayım ile telefonda büyük bir kavga ederek onunla bağlarını koparınca bu sefer iyice içime kapanarak tekrar eski mükemmel evlat rolüne geri dönmüştüm öyle ki artık eskisinden de iyi bir evlattım. O saatten sonra kendime ait rahat olduğum tek zaman dilimi kitaplarımla beraber olduğum zamanlardı.
Odamda hikaye kitaplarından çok tarih, altarnetif tıp, coğrafya, hayvanlarla ve insanlarla ilgili çeşitli kitaplar vardı. Orada öğrendiğim bilgilerin bi işime yaramayacağını bilsemde içten içe özeniyordum. Eski çağlardaki insanların o zor şartlara rağmen hayatta kalabilmesi ilgimi çekiyordu. Doğa ile iç içe olmalarını kıskanıyordum. Eğer o zamanlarda yaşasaydım napardım nasıl biri olurdum merak ediyordum.
Olamayacağını bildiğim halde her zaman içimde bir yerde özgürlük isteyen buruk bir taraf vardı. Bana her seferinde işkence eden bu arzu artık katlanılmaz bu hale gelmişti.
Sonunda yürümeyi kestiğimde kendimi ana caddede bulmuştum. Hemen önümde gördüğüm tatlıcı ile gözlerim patlamıştı resmen araba ile ara sırada olsa bu yolu kullanıyorduk ve ben bu yoldan geçerken her seferinde şu an önümde duran tatlıcıya arkadaşlarımla birlikte girip vitrindeki tatlılardan birini güzel bir sohbet eşliğinde yemek istiyordum.
Ayaklarımın beni yönlendirmesine engel olamazken kendimi bi anda içeriye gitmiş tatlılara bakarken bulmuştum. Sonunda gözüme kestirdiğim 12 kişilik tatlıyı kasadaki kıza göstererek onu istediğimi belirtip yanınada limonata söylemiştim.
Kızın 12 kişilik pastayı isteme sasirdigi belli oluyordu. Yinede onu umursamayarak en kuytudaki masaya geçerek siparişlerimi beklemeye başladım.
---
Saatler geçmişti gün içinde daha önce isteyipte yapamadığım birçok şeyi yapmıştım. Pastadan sonra bi parka gidip boş salıncakta deli gibi sallanmış, yolda gördüğüm şu birikintilerine zıplayarak suların etrafa dağılmasına neden olmuştum. Sonunda sahile ulaştığımda bankın birine oturmuş gitar çalan genci dinlemeye başlamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Geçmişin İzleri (Mpreg)
Historical FictionGenç adam yavaş yavaş gelen şuuru ile göz kapaklarını aralayıp görüşünü netleştirmeye çalışsada bir süre bunu başaramamış ama buna rağmen yerden destek alarak kalkmaya çalışmıştı. Hafif o hafif doğrulurken görüşü ve bilincide yerine geliyordu. Etraf...