Bölüm 2 : UNUTUL(A)MAYAN ACILAR

70 13 6
                                    

Gündüz saatinde, seyrek olan trafikte, Akarçay'a paralel ana caddeden hastane yoluna ilerleyen Emrah Müdür'ün klasik aracı asfaltı kemirirken biryandan da adeta vitesi yükselt diye homurdanıyordu. Kağnı gibi ilerlediğini düşünse de ansızın bir köşede beliriveren radara yakalanıp trafik cezası yemek istemiyordu. Bir hız ihlali yaklaşık bir haftalık ek ders ücretine bedeldi. Bir ihmale bu kazancını teslim etmek en son isteyeceği şeydi.

Yolun özellikle sağ tarafı çoğu yeni yükselmekte olan irili ufaklı pek çok binaya ev sahipliği yapmaktaydı. Uydukent'in hem bakir hem de rant haline gelen bölgesinin inşaata olan iştahı epeyce de azalacağa benzemiyordu. Kavşaktan sola döndüğünde yeni yapılan köprüden her hızlı geçişinde olduğu gibi iç organlarının havalanıp sonra tekrar birdenbire yere indiklerini hissetti. Alttan İzmir yönüne çift yönlü yoğun bir trafik, sağ taraftaki parkta birkaç piknik yapan aile, sol taraftaki tepenin yamaçlarında ki şehrin en eski asri mezarlığındaki tek tük dolaşan ziyaretçiler dikkat çekiyordu. Huzurevi ardından Erkmen'e uzayan yola girmişti artık. Bozuk olan asfalt ve yoldaki çukurlar bir kasaba yoluna girildiğinin gizli habercisi gibiydi. Bir beş yıl önce olsa ağır gübre kokuları ile birlikte karasinek ve sivrisinek saldırısına maruz kalma ihtimali oldukça yüksekti. Tavuk çiftliklerinin bölgeyi terk etmesiyle Erkmen cazibesini artıran bir bölgeye daha büyük bir hizla dönüşmekteydi. Nisan ayıyla birlikte uyanan toprak bitkilere hayat vermeye başlamış özellikle meyve ağaçları çiçek açarak doyumsuz bir manzaraya ev sahipliği yapıyordu. İki ay içinde önce kirazlar ardından da vişneler tabiatı kırmızının tüm tonlarıyla boyayacaklardı. İlk sapaktan sola döndü. Sağındaki eski polis okulunun önünden geçerek ilerlerken telefon çaldı birden. Eşi Şükrandı arayan. Çıktığını haber vermeyi unutmuştu. Suçluluk psikolojisi ile

- "Alo" diyerek açtı telefonu.

- "Emrah nerdesin? Odanda yoksun. Mehmet çıktığını söyledi." dedi karşısındaki ses. Eşle aynı okulda çalışmanın avantajlarına karşılık dezavantajlarından biriydi bu, her adımından dolayı bilgi vermek.

- "Ya kusura bakma Şükran aramayı unuttum. Babama gidiyorum da. Sen bugün kendin dönsen olur mu?

- "Öyle olacak mecburen!" Şükran, en ufak hatayı affetmezdi. Allah'tan çok uzatmadan, pat diye adamın suratına çarpar geçerdi.

-"Ciddi bir şeyi yok değil mi?" diyerek devam etti.

-" Yok yok, sadece nasıl olduğunu merak ettim. Bir uğrayıp hemen döneceğim." "Ha bir de getirebilirsem birkaç günlüğüne bize getireceğim." diye ekledi. Cümlesinin bitmesinin ardından karşıdan beklediği o cevap gelmeyince, sessizlik uzayınca, can sıkıntısı iyice bir arttı. Biraz da sinirlenerek:

-"Duydun mu Şükran, Aloo!" diye seslendi. Emrah'ın yükselmesiyle birlikte karşıdaki ses gardını biraz düşürüp

-"Duydum, duydum, tamam; nasıl biliyorsan öyle yap! Ama gelecekse de muhakkak haber et, ona göre bir şeyler hazırlayayım." deyip kapattı telefonu. Telefon birden kapanınca içinde bulunduğu çıkmazı düşünüp daraldı Emrah Müdür. Bin iki yüz kişilik okulu tıkır tıkır idare ediyordu; lakin ufacık ailesini gönlünce idare edemiyordu. Çocukluğunda olduğu gibi herkesin birlikte, aynı çatı altında, yaşadığı bir hayat hayal etmişti hep. Ölü doğan düşüncesi her geçen gün çürüyüp toprağa biraz daha yaklaşıyordu maalesef. Babası kendi evinin dışında, Şükran da kayınpederinin yanında rahat edemiyordu. Öfkeyle avuç içini direksiyon simidine vurdu birden. Çevresine baktı. Gereksiz yere öten kornayı duyacak yoktu iyi ki.

İşte karşısındaydı babasının tek katlı, bahçeli, geçmişin neşe, şimdinin hüzün sembolü evi. Evin önünde babasının tozlanmış aracını görünce rahatladı birazcık. Aracından indi. Erkmen'in o yeşil kokan mis gibi havasını çekti ciğerlerine. Bahçe kapısı yarı açıktı yine. Rahmetli annesi yaşadığı süre boyunca bu kapının açık kalmasına hiç müsaade etmemişti. Açık kapıdan gece gündüz girecek bir hayvanın -bahçesine, çiçeklerine ve dallarına- zarar verebileceği düşüncesi bile hafakan basmasına yetebiliyordu. Düzgün, altıgen taşlarla döşeli yolu geçerken meyve ağaçlarını ve ağaçların altındaki, onların deyimiyle dalların altında bitip kimi insan boyuna ulaşmış, otları ve dikenlerin görünce içi acıdı birden. Taşların arasında da durum çok farklı değildi. O kadar ki bazı taşlar otların arasında görünmez olmuştu. Kapının önündeki verandada, sol tarafta duran masa ve plastik sandalyenin üzeri bir karış tozdu. Bitirilmeden, masanın üzerinde unutulmuş bir çay bardağındaki su, buharlaşmış, geride koyu renkli bir tortu bırakmıştı. Sağ taraftaki duvara yaslı halıyı ise örümcekler kaplamıştı. İş güç, bugün, yarın derken babasını ihmaline içerledi birden.

KOCAMANLARHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin