°7°

256 20 6
                                    

Yağan sağnak yağmurun altında tarlamı sürüyordum. Dün Pierre'den bir sürü tohum almıştım ve anca bugün boş zamanım olmuştu. Islanan saçlarımı kulağımın arkasına atıp devam ettim. Yağmur yağmasına rağmen hava çok sıcaktı. Üzerimdeki kalın hırkayı çıkarıp ince ip askılı bluzumla kaldım. Buraya hiç bir kasabalı gelmediği için rahattım bu konularda. Çiftçilik öyle deli bi meslekti ki bazen her yerim açılabiliyordu.

Tam çapamı kaldırmış toprağa sertçe vuracakken birden arkamdan biri sarıldı ve kollarını göğsümün üstünde birleştirdi. Heyecandan elimdeki çapayı düşürdüm ve başımı geriye doğru çevirmeye çalıştım. Gözümün önüne siyah kahküller düşünce derin bi nefes verdim ve "Sebastian." diye fısıldadım. Sebastian burnunu ıslak saçlarıma daldırıp kokumu içine çekti.

"Bu yağmurda neden çalışıyorsun?" burnu hâlâ ensemde dolanıyordu. Göğsümdeki kollarını gevşetip beni kendine doğru döndürdü.

"Bu tohumları bugün ekmem gerek." dedim ve başımı kaldırıp gözlerimizi birleştirdim. O da tam tersini yapıp gözlerimizi ayırdı ve bakışlarını üst kısmıma çevirdi. Gözleri birden fal taşı gibi açıldı ve geriye bir adım attı.

"S-sen neden b-böyle giyinmişsin!" dedi ve bakışlarını ben hariç ne varsa oralarda gezdirdi. Ten rengi pembeden kırmızıya, kırmızıdan mora dönmüştü hızlıca. "Hassiktir." diye fısıldadı.

Anlamayarak ben de geri çekildim. "Ne, noldu?"

"Yok bi şey." dedi ve yutkunarak bana baktı. Gözleri, gözlerim ve vücudum arasında gidip geliyordu. Sebastian git gide daha da morarıyordu ve bu yağmura rağmen terliyordu.

Yavaşça bana doğru yaklaştı ve önümde durdu. Ellerini kaldırarak düşen askılarımı omzuma yerleştirdi.

Kulağıma eğilerek "Eğer üzerine bi şey giymezsen burda düşüp bayılacağım." dedi ve kendi hırkasını çıkarıp bana giydirdi. Hırkanın fermuarını çekerken eli göğsüme değmişti. Daha fazla morarmasının imkanı varmış gibi her geçen saniye daha kötü morarıyordu.

En sonunda sorunun benim 'memelerim' olduğunu anladığımda iş işten çoktan geçmişti. Sebastian ne yüzüme bakıyor ne de benimle iletişim kuruyordu. Utanarak fermuarı çekebildiğim son noktasına kadar çektim. Çeksem de bi faydası olmamıştı. Hırka üst kısmıma çok dar olmuştu. Sebastian bunu da fark edip derin bir nefes aldı. Birden elimden tutup beni kulübeme doğru çekiştirmeye başladı.

"Sebastian, dur!" diye bağırsam da beni duymuşa benzemiyordu.

Kulübenin kapısına geldiğimizde yüzünü bana doğru çevirdi. Yüzündeki kızarıklık biraz olsun azalmamıştı.

"Girebilir miyim?" diye sordu nefes nefese. Başımı utançla 'evet' anlamında salladım.

Kapının kulbunu çevirip içeri girdi. "Odan ne tarafta?"

"S-sağ." diyebilmiştim sadece. Şu an aklıma onlarca şey gelip gidiyordu. Heyecandan ayaklarım tutmuyor, Sebastian beni nereye çekse oraya gidiyordum.

Odama girer girmez beni hızlıca duvar ve kendi arasına aldı. Yutkunup gözlerine baktım. "Sebastian." fısıldadım.

Sebastian konuşmayıp alnını alnıma yasladı ve yutkundu.

"Sana acilen kapalı ve bol şeyler giydirmeliyim. En azından benim can sağlığım için." dedi ve elini bana giydirdiği hırkasının fermuarına attı.
Hırkayı kollarımdan çıkarırken göz kontağını bozmuyor başka yere bakmıyordu. Hırkası yere düştüğünde derin bir nefes aldı. Beni soracak olursanız, nefesimi tutmuş olacakları bekliyordum. Konuşmayı unutmuş olabilirdim sanırım.

DEPRESİF/ Stardew Valley SEBASTİAN/Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin