Bölüm 2: Papatya Çayı

37 1 0
                                    

Benim tabirimle orman olan ama aslında Vadi Korusu olarak adlandırılan ağaçlığa gelmiştim. Daha önce dikkatimi çekmeyen ayrıntı, şimdi çekmişti. Korudaki banklar da sadece beyazdı. Ağaçlar, koruma yöntemi olması sebebiyle zaten bir kısmına kadar beyaz çarşafa sarılmış gibiydi. Az önce gördüğüm beyaz evden sonra, aynı şeyleri burası için de düşündüm. Korunun içi serindi. O yüzden oturmak yerine yürümeyi tercih ettim. Aslında koruda yürüyüş yolları da vardı. Seviye seviye ne kadar yol katettiğini takip etmeni sağlayan yazılar bile vardı bu yollarda. ama ben ağaçların arasında yürümeyi seviyordum. Zaman zaman yerlerde, dik durmaktan yorulmuş ve pes etmişcesine boylu boyunca yatan ağaç kütükleri oluyordu ağaçların arasında. Ben de yorulunca onlara oturuyordum. Ama bugün oturma niyetlisi değildim. Uzun uzun yürüdüm. Şu an huzuru tad- "Dırırırııtt!"

"Efendim anne?"

"Kaçta geleceksin?" saate baktım, akşam yemeğine sadece 4 dakika kalmıştı. Saat ne zaman 20:56 olmuştu?

"Yemeğe katılmayacağım, beklemenize gerek yok."

"Tamam." İşte bu kadardı annemin hayatımdaki rolü. Nerede olduğumu, nasıl olduğumu, ne yaptığımı asla sormazdı. Umursamazdı çünkü.

Başta, Alçin'in annesi Ahsen Teyzeyi gördükçe içimdeki bir yerler kanıyordu, acıyordu. Sonra ben de umursamamaya başladım. Ne de olsa Ünsal ailesinin biricik kızıydım, elbette onlara biraz benzeyecektim. Hem nasıl olsa Defne Teyzem vardı. Anne yarımdı. Hatta büyük annemin yerini de dolduruyordu. Belki de her şeyimdi. 53 yaşında olmasına rağmen, beni herkesten daha iyi anlıyordu. Eline doğduğum ve beni büyüttüğü için şanslıydım.

Korunun çıkışına doğru yol almaya başladım. Hava kararmıştı. Ve ben fark etmemiştim bile. Yine geldiğim yoldan dönmeye ve yolu uzatmaya karar verdim. Dinlenecek birkaç şarkım daha vardı.

Koru çıkışında gözüm yine beyaz eve kaydı. Akşam olduğundan ışıklar açılmıştı.

Aslında müstakil evlerin mimarisi göz alıcıydı. Giriş katın salonunun bahçeye bakan tarafı boydan boya camdı. Camlar katlanılabilir şekilde sonuna kadar açılıyordu. Hemen üst katta ise camlar, yerden tavana kadar uzanıyordu ve genişti de. Giriş katın büyük camlarını aratmayacak türdendi. Bunların yanı sıra, tavan hakkındaki fikrimin uygulanacağını hiç düşünmeyerek ortaya atmıştım ama kendi hayal dünyamdaki ürün fiziki olarak Vadi'nin müstakil evlerinde can bulmuştu. Çift katlı müstakillerin, buçuk gibi bir katı daha olmuştu. Tavan arası gibi olan bu yerin, tavanı tamamen camdan yapılmıştı. İsteğe göre açılıp kapanabiliyordu. Açıldığında teras görevi de gören tavan, - benim hiç anlamadığım bilimsel gibi kelimelerle- dayanıklı bir camdan yapılmıştı. Bu nedenle herhangi bir yağıştan etkilenmiyordu.

Sahip olmak istediğim tam olarak öyle bir yerdi aslında. Ama bunu sesli dile getirmemiştim. Zaten o derece zengin görüntüsünü de sevmiyordum. Babam gibi.

İnşaasında planlarını bildiğim için hiç incelememiştim gerçeğini. Sanırım kendi hayal dünyamdaki gibi kalmasını istemiştim.

Beyaz eve bakarak bunları düşünürken, dikkatimi çeken çatı katının tavanının açık oluşu ve artık teras olan katın ucunda birinin olmasıydı. Muhtemelen zengin havalarında olan bir ailenin çocuğuydu. Sigarasını adeta elinden düşürecek şekilde tutarak, bir pislik gibi içtiğinden belli oluyordu. Kendi kendime ahkâm kesmeyi bırakmış tam kafamı çevirecekken, çatı katındaki çocukla göz göze geldik. Tanımadığım biriyle göz göze gelmekten hep çekinirdim. Yine öyle olmuştu ve midemden boğazıma bir alev vurmuştu. Aniden gözlerimi çektim ve yoluma devam ettim.

Vadi'nin girdiğim kapısından çıktım, çevresini dolanarak binaların kısmının önüne geldim. Güvenliği selamlayarak girdim. Saate baktığımda 21:07'di. Konuşmak zorunda kalmamak için, odamın olduğu üst katın kapısında girmeye karar verdim. Ve direkt odama geçtim.

Çok yürümüştüm, bir duşa ihtiyacım vardı. Hızlı duşlarımdan birini aldım ve saçlarım havluya sarılı bir şekilde yatağa attım kendimi. Henüz bahardaydık ve akşamları serin oluyordu. Örtüyü üzerime çektim. Tam başucu romanıma uzanacakken, sımsıcak görünen buharı üstünde papatya çayını gördüm. Defne Teyze..

Çayımı yudumlarken kitabımı okumaya başladım. Kendi kendime ayraç niyetine kullandığım fotoğraflar olmasa, kaldığım yeri hakikaten hatırlamayacaktım. Bazı insanlar hangi sayfa kaldığını ayraç kullanmaktan sürekli hatırlayabiliyor. Ve bu çok kıskanılası. Bense çok unutkandım. Ahsen Teyze'nin "Ceviz yiyin!" öğütlerini hatırlayarak güldüm.

Mis gibi çay içimi ısıtırken, gözlerim satırlardaydı..: "İradenizin elbette sınırları vardır. Bu nedenle de eğer Sophia'yı baştan beri basitçe sevsem ve onun da beni sevmesinin bir yolunu bulsam hikayem çok daha kısa ve keyifli bir hal alırdı. Bin yılımı onu beklemekle, onu aramakla ve ilk karşılaşmamızı aşacak kadar uzun bir süre onu kendime yakın tutmaya çalışmakla geçirmemiş olurdum. Cezamın bir kısmı da onu 200 yıl boyunca hiç görememek oldu. Ama onu gördüğümde, sonraki günlerimin rotası da belirlenmişti.."

Issız RuhumHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin