Sabah olduğunda telefonumda bildirim ordusuyla karşılaşmıştım. Haftalık bildirimlerimdi. Okumaya başladım. Ah, bloglar.. Ah, Londra blogları!
Londra ile ilgili açılan her hesabı, yazılan her köşe yazısını, çekilen ve paylaşılan her fotoğrafı takip etmeye çalışıyordum. Hal böyle olunca bildirimleri haftalığa ayarlayarak bir günümü komple Londra'ya ayırıyordum.
Ama önce hazırlanmam gerekiyordu elbette. Azıcık bir kahvaltıyla kendimi dışarı attım. Hemen servisin geldiği noktaya gidip çantamı yere koydum. Burası yürüyüş yolu değildi ve bank yoktu. Zaten çok da umrumda değildi. Yere koyduğum çantamın yanına çöktüm. Hemen ilk bildirimi açarak sırayla başladım. Londra söz konusu iken zaman, su oluyordu adeta. Alçin bile gelmiş yanıma çökmüştü. Ki zaten o gelip beni uyarmasa, ben saatin geçtiğini ve derse sadece 6 dakika kaldığını farketmeyecektim. Ama servis yoktu ortalıkta, şoför Sami Abi'yi aradık.
-Sami Abi, nerede kaldın?
-Kavin! Kavin, kızım biz küçük bir kaza yaptık. Beklemeyin, siz bir taksi ile okula gidin. Ben yetişemeyeceğim sizi almaya!
-Sami Abi dur dur, boşver okulu. Sen iyi misin?! Herkes iyi mi?
-İyiyiz iyiyiz kızım, araçta hasar var sadece.
-Tamam Sami Abi, geçmiş olsun, sen merak etme, gideriz biz.
-Tamam kızım.
Alçin şaşkınlıkla beni izlerken durumu açıkladım. Sonra yürümeye başladık Vadi çıkışına doğru. Nasılsa güvenlik bir taksi çağırırdı bize.
Vadi içindeki araç yolunun kenarından yürümeye devam ettik. Ta ki, yanımızda alev alev yanan kıpkırmızı bir araba durana kadar. Dönüp bakmayınca bizimle aynı hızda ilerleyen aracın camı açıldı. İçeriden biri ismimi seslendi. Tanıdık bir ses... Koray.
"Günaydın Koray" dedim yarım ağız bi gülümsemeyle. Dün geceden hala utanıyordum. Koray'sa ağzı kulaklarında bana bakıyordu. "Günaydın. Geç kalmadınız mı siz?" diyen Koray'a, "Senin de bizden pek bir farkın yok" diye cevap verdiğimde, "Güzelim ben maksimum 3 dakikaya okulda olurum" demesini beklemeliydim. Ve elbette ki bu sesli ara gazını.
"O zaman sana iyi yolculuklar Koraay" dedim ve Alçin'i çekiştirerek yürümeye devam ettim. Ama Koray beklemediğim bir şey yaparak arabadan indi ve yanımıza geldi. "Hadi ama, dün gece bunları aştığımızı sanıyordum" dediğinde, Alçin hiç de alçak sayılmayacak bir tonda "DÜN GECE?" diyerek araya girdi. Gözümün içine bakan Alçin'e verebilecek en kısa cevabı verdim, "Önemli bir şey değil, sadece bir ateşkes"
Koray da bunu fırsat bilerek, "Yeniden savaş ilan etmediğine göre?" dedi arabanın kapısını açarak.
Alçin, "Pekii, her ne oldu bilmiyorum ama ikinci ders sınavım var ve ilk derse güvenerek hiç çalışmadım. Bu yüzden bir karara varın ve artık gidelim gençler" dediğinde pes ederek kafamı salladım ve arabaya bindik. Alçin arkada, ben ve Koray öndeyken okula vardık.
Arabayla bahçeye kadar girme gibi bir tahminim yoktu. Ama tam anlamıyla böyle olmuştu. Zaten araba müthiş gösterişli oluşuyla, bahçe kapısından girer girmez dikkatleri üzerimize toplamıştı. Ah, kızarmış olmalıydım.
Alçin hiç umursamadan inmişti bile. Ben de biraz bekleyip indim. İçimden bu ilk ve sondu diye geçirirken, iç sesimin tam zattı bir fikir sunuldu önüme: "Kavin madem aynı yerde yaşıyoruz, neden birlikte gidip gelmiyoruz?" Bu çocuk bana inat mı gelmişti dünyaya!
Bana sıra gelmeden Alçin "Ben servisimden memnunum" dedi. Belli ki Koray'dan hoşlanmamıştı. "Haklı, zahmet etmene gerek yok Koray" diye destekledim Alçin'i. Koray "Teklif var, ısrar yok fıstıklar" diyerek gülümsedi. Birlikte okula girdik ve tabi ki sınıfa da.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Issız Ruhum
Roman pour AdolescentsKavin, siyahın tonuydu. Karanlık suların en dibi. Okyanusun en ıssız yerindeki yeni dünyaya açılan kapının siyahlığı. Asrın'sa beyazdı. Azgın maviliğin oluşturduğu dalgaların ucundaki beyazlık. Açık denizden yavaşça yükselen ama kıyıda çok hasar bır...