Ah! Bahar havası güzel gerçekten. Ne sıcak ne soğuk, ne montlusun ne de askılı. Nisan'ın başında olmamıza rağmen, havalar oldukça iyi devam ediyordu. Bunu fırsat bilerek akşam yemeğinden sonra siyah patenlerimi kutusundan çıkarttım ve sevinçle kendimi sokağa attım. Vadi'nin yollarının dümdüz oluşu en güzel yanıydı sanırım benim için. Üzerime ince gri bir hırka almıştım, kulaklıklarımı da takarak kendimi özgürlüğüme bıraktım. Paten, benim için özgürlüktü. Küçükken, yaşıtlarım bisiklet sürerken ben de öğrenmek istemiştim. Ama kimse benimle ilgilenmemiş hatta umursamamıştı. Bu kırgınlığımın birinde, omuzlarımı düşürmüş kaldırımda otururken, önümden 20'li yaşlarında bir çocuk tupturuncu pateniyle geçmişti.
O yaşlarda toz pembe bir paten aldırmıştım ve kendi kendime düşe kalka paten sürmeyi öğrenmiştim. Daha sonraları patenlerimin rengi de değişmişti, ruhumun rengi gibi.
Kendi başıma edindiğim bir hobi olan pateni bu nedenle özgürlük olarak görüyordum. Şimdi de yıllardır olduğu gibi, yer o küçük tekerleklerin altından hızlıca kayarken kendimi iyi hissetmiştim. Nerelere gittiğime dikkat etmeden sadece keyfini çıkarttım.
Yüzüme çarpan yumuşak, serin hava. Hissettiğim özgürlük hissi kolarımı iki yana açma isteği doğurmuştu. Karşı koymadım bu hisse ve boşluğa açtım kollarımı. Sonra güldüm kendime ve yavaşlayarak ilerledim. Bir çardak gördüm, biraz oturmak içim yöneldim. Kendimi kaptırmış ve yorulmuştum. Ama olsun, hissettiklerime değerdi. Hissetmek, her şeye değerdi.
Biraz oturduktan sonra kalkacağım sırada arkamda mavi bir müstakil ev olduğunu gördüm. Kalkıp yakından baktıran güzelliği ise bahçesinin çiçeklerle dolu olmasıydı. Elbette bahçeye girmeyecektim ama biraz bakmanın ne zararı olabilirdi ki?
Küçük bahçe kapısının önüne geldiğimde evin ışıklarının kapalı olması bahçeye girme cesaretini doğurmuştu. Aman ne olacaktı sanki, hırsız değilim sonuçta. Kapı zaten süs amaçlıydı, koruma olarak kullanılmıyordu belli ki.
Bahçeye girip çiçeklere yöneldiğimde, birsürü farklı çiçek olduğunu farkettim. Ama çoğunluk papatyadaydı. Buna sebepsizce sevindim. Yere eğildim ve sevgiyle papatyalara dokundum. Benim gibi cılız bir tanesini koparıp elime aldım. Artık bahçeden çıkmam gerektiğini düşünerek kapıya yöneldim.
"Hey sen! Olduğun yerde dur! Ne işin var evimde?" Hadi amaa, hırsız zannetmiş olamazlar değil mi? Patenli hırsız mı olur?
Kapının iç tarafında öylece kalakalmıştım. Arkamdan da bir erkek sesi geliyordu. Adım seslerinin yaklaştığını duyunca içimden bir açıklama hazırlayarak sesin geldiği yöne döndüm.
"Kavin?!"
"Koray?!?" İkimiz de şaşkındık. Ve ben tesadüflere küfretmeye başlamıştım. Şu edebi olanlardan.
"Sen beni mi takip ettin? Evimi nereden biliyorsun? Ne işin var burada, bu saatte?" Sonra patenlerime baktı. "Ve hatta patenlerle?" diye ekledi.
"Ben burada yaşıyorum Koray. Paten sürerken bahçedeki papatyaları gördüm ve dayanamayarak girdim. Zaten çıkıyordum." Şaşkınlığın etkisiyle düzgünce açıklama yapmıştım Koray'a. Tam arkamı dönmüş, paten adımımı atmıştım ki Koray kolumdan tuttu aniden. Boş bulundum, patenin tekerleklerini zapt edemedim ve birlikte yere yapıştık. Koray katıla katıla gülmeye başlayınca, sinirleri bozulan ben de ona katıldım. Yerde oturup kahkaha atarken, üzerimize bir gölge düştü. Gece lambasının önüne biri geçmiş, tepemizde dikiliyordu. Gülmemiz yavaşlarken aynı anda gelen kişiye baktık. Tanımadığım, esmer, siyah saçlı bir çocuktu. Beyaz bir tshirt ve siyah pantolon giymişti. Daha önce gördüğümü zannetmiyordum.
"Asrın, gel abi hoş geldin" dedi Koray yerde otururken ve hala gülümserken. Tanımadığım çocuk, "Yerden kalkmayı düşünüyor musunuz?" diye sordu kaşlarını kaldırarak. Koray elini adının Asrın olduğunu öğrendiğim çocuğa uzattı. Çocuk yavaş hareketlerle elini uzattı ve Koray'ı yerden kaldırdı. Ben nereye uğradığımı şaşırmış halde yerde kalmıştım. Koray elini uzattı, yardım alarak patenlerin üzerinde yeniden dengemi sağladım. Kalktığımda bir an Koray'la yüzlerimiz fazla yakınlaşmıştı ama hemen dengemi toplayınca uzaklaşmıştım.
"Sen nasıl burada yaşıyorsun kızım ya, hiç görmedim ben seni burada" dedi Koray. "Birinci kısımdayım ben. Vadi'de de çoğu zaman Koru'da. Karşılaşmamamız normal" dedim. "Anladım, aa bu arada pardon ya Kavin, bu Asrın, çocukluk arkadaşım. Asrın, bu da Kavin, yeni sıra arkadaşım" diyerek bana göz kırpınca, gözlerimi abartılı bir şekilde devirdim. Koray, "Hadi ama bence ateşkes yapmalıyız. Resmen bahçemden çiçek kopartmışsın üstelik!" dedi gülerek. "Papatya!" diye araya girdim. "Neyse ne, barışalım mı Alone?" diyerek elini uzattı. Asrın denen çocuk. "alone?" diye araya soru işaretini soktu. Koray'ın elini sıkarak, "Milletin uydurduğu bir lakap sadece" dedim Asrın'a bakarak. Ve tam gözlerine baktığımda, bir tanıdıklık hissini kapıldım. Bu hisle kaşlarım çatıldı. Ama bir yerden tanıdığımı da zannetmiyordum. Koray'a döndüm, "Daha ılımlı olmaya çalışacağım" dedim. "Anlaştık Bayan Alone" dedi tebessümle. "Ben gideyim sonra görüşürüz Koray. Ve memnun oldum Asrın" dedim. "Görüşürüz Kavin!" dedi Koray. Asrın'sa de teşekkür edercesine başına eğdi aşağı doğru.
Dönüp uzaklaşırken, içimde bir şeyler arkamı dönüp bakmak istiyordu ama yoluma devam ettim.
Binanın önüne geldiğimde yorulduğumu hissediyordum. Eve girip odama gittim. Saat 23.00'0 geçmişti bile. Bu kadar dolaşmış mıydım ben? Vay canına!
Defne Teyze de yatmış olmalıydı. Üstümü değiştirip elimi yüzümü yıkadım.
Yatağıma yattığımda, yaşanan tesadüfü düşündüm. Ve uyuz olduğum Koray'la kahkaha atışımı. Üstelik yerde! Neyse ki okulda daha az sinirlenecektim. Bu da iyi bir şey sayılırdı.
Sonra Asrın'la tanışmıştım. Gecenin karanlığında çok net olmasa da gözlerinin mavi olduğunu görmüştüm. Koray'a nazaran sert yüz hatları vardı. Daha çok yüz kemikleri kırılmış da yanlış biçimde kaynamış gibi bir sertlik. Asla gülemeyecek veya konuşamayacak gibi. Garipti. Ve hala nerden o tanıdıklık hissinin geldiğini bilmeyerek, telefonumu elime aldım. Bloglara bakmayı özlemiştim. Yeni postlara bakarken esnemeye başladığımda, saatin gecenin 2'si olduğunun farkına varmıştım. Hemen telefonu şarja takarak kafamı yastığa gömdüm. Hızlı hızlı uyumalıydım. Hemen. Uyu Kavin, uyu! Beynime uyku emri vererek, o uykuya dalma boşluğundayken kendimi bir anın içinde buldum. Rüya gibiydi ama yaşanan bir andı. Korudan çıkmışım, beyaz bir evin çatı katındaki çocukla göz göze geliyorum...
Asrın! Evet, o çocuk Asrın'dı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Issız Ruhum
Teen FictionKavin, siyahın tonuydu. Karanlık suların en dibi. Okyanusun en ıssız yerindeki yeni dünyaya açılan kapının siyahlığı. Asrın'sa beyazdı. Azgın maviliğin oluşturduğu dalgaların ucundaki beyazlık. Açık denizden yavaşça yükselen ama kıyıda çok hasar bır...