L'appel Du Vide

109 9 6
                                    

Tavanına asılı olan lambaya gözlerini dikeli çok olmamıştı, belki yarım saati biraz geçmişti işte.

Cenazeden sıyrıldıktan, daha doğrusu kaçtıkan, hemen sonra eve gelmişti, Geto. Geldiği gibi de kendisini yatağına atmış ve tavandaki lambaya bakakalmıştı.

İçindeki tuhaf his ne zaman geçerdi veya geçer miydi diye düşünmeden edememişti bu kısa sürede. Omzuna yapışmış bir lanet misali hisler varken bunun üstüne bir tane daha eklemek Geto'nun aleyhine olurdu. Daha fazla yük istemiyordu omuzlarında, bir çocuk gibi ağlayıp sızlanmak istiyordu.

Elleriyle yüzünü sardı ve bacaklarını kendisine doğru çekerek, cüce pozisyonuna geçti ve akan göz yaşlarını karşısında olan aynasından saklamaya çalıştı.

Ne zaman huzura ermeye çalışsa hep boğazı düğümleniyordu, elleri titriyor ve terliyordu, gözünü çevreleyen göz yaşının dökülmesine zaten hiçbir zaman engel olamamıştı.

Ve şimdi tekrardan yüzleşiyordu. Güldü kendi kendine.

Şuncacık hayatı boyunca kendisine kurduğu çizgi o kadar absürttü ki, yolunu kendisi çizmiş olmasına rağmen kaybolurdu, halbuki hepsini ezbere biliyordu.

Bilip de yapamamak.

Hayatı böyle geçmişti. Atacağı adımları rüzgarına kadar hesaplayıp, son anda bonus olarak çıkan taşlar yüzünden bileği burkulmuş ve yere düşmüştü. Başka zaman da bonus olarak çıkacak taşları hesaplarken yol haritasını gözden kaçırmıştı. Her ne kadar ders çıkararak yürüse de sürekli çıkan ekstra şeyler yüzünden Geto çok bunalmıştı.

Çevresindeki insanlara çok özeniyordu, Geto. Birçoğunun bir inancı vardı, bir şeye inanıyorlardı ve hayatını ona göre şekillendirip, sonrası için kendilerini hazır hale getiriyorlardı. Kısacası hayatlarının amacı daha onlar doğmadan biçilmiş ve hazırlanmıştı. Ancak Geto, kendisi için biçilen hayatı, hayatının ortasında atmış ve baştan yol haritası çizmek durumunda kalmıştı. Raflara kaldırılan anılardı bunlar, ama kitap kapalı olsa bile Geto onları çoktan ezberlemişti, varlıkları yetiyordu canını yormaya.

Geto Hristiyan bir ailede büyümüştü. Birçok eğitim almış, ilahi kitapların sayfalarını ezberlemiş, papalarla saatlerce konuşmuş ve kendisini eninde sonunda dinsel bir boşluğa düşmüş halde bulmuştu. Hepsinin birden fazla kutsallığı ve mucizesi vardı, evet, ama bir o kadar da Geto'nun mantık dışına çıkan durumlar vardı. Ya da Geto sadece bunları anlamak istemiyordu ve muhafazakar babasına karşı çıkmak için bu yola yönelmişti.

Dinsel krizinin sonunda hiçbir şeye inanmamayı seçmek istese bile, bu dünyanın bir yaratıcısı olmama düşüncesini bir türlü uç beyine sokamıyordu, bir türlü bunu kendisine öğretemiyordu. Vücutta salgılanan her bir hormonun, kasın, damarın, her şeyden önce beynin mükemmelliği bir yana, bu koca evrenin döngüsünü biri yönetmeliydi. Biraz da yetiştirildiği din yüzünden de bakış açısı şekillenmişti elbette. Yıllarca kendisini tanrıya adamıştı, şimdiyse bu evrenin bir yaratıcısı olmama fikrini hiçbir şekilde kabul edemiyordu.

"Her neyse," diye geçiştirdi zihnindeki düşünceleri. Din konusunu kapatalı yıllar olmuşken ne diye şimdi aklına üşüşmüştü, bilmiyordu, şimdilik bilmemesi de daha iyi gibi duruyordu.

Kendisine çektiği ayakları hafifçe tekrar uzattı ve yastığı alıp, çenesini oraya yasladı. Gözlerinin şişliği inse bile hâlen açamayacak kadar ağrıyorlardı. Göz ucuyla baş ucundaki saate baktı.

Saat 18.47 idi.

Bıkkınlıkla nefesini dışarı saldı.

Evet, Shoko ölmüştü ve artık ne canı sıkkın olduğunda arayabileceği biri vardı, ne de sıkıldığında gülebileceği biri. Her ne olursa olsun, yine de sabah kalkıp işte gitmek zorunda olması Geto'nun lanet etmesine neden oluyordu. Elbette ki yıllık iznini kullanabilirdi ama Geto'nun yıllık izni tek ve daha değerli birine ayrılmıştı.

Sanatım|SatoSuguHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin