2.Bölüm

6 1 2
                                    

Aşka inanmayan ben o kısacık birkaç dakika da Ahu'ya vurulmuştum. Normalde hayatıma pek kadınları soktuğum da söylenemezdi. Buna da aşk denir miydi? Orası meçhuldü. Ama onların yanından ayrıldığımdan beri içimde gerçekten farklı bir şey vardı. Farklı bir his bürümüştü. Demek ki âşık olmak böyle bir şeymiş, demiştim. O sıralar bir şansımın olabileceğini düşünmeye başlamıştım ama gözlerindeki o hüzün aramıza öyle bir duvar örüyormuş gibi geliyordu ki bana sadece hayallerle yaşadığımı düşündürtmüştü. Hüznünün sebebini bilmesem de onu ne kadar üzdüğünü görebilmiştim.

Hayatta herkesin gizlediği bir sırrı mutlaka vardır. Onun da vardı, benim de.

Herkesten gizlediğim, kimsenin bilmediği bir derdim vardı. Ne kadar üzülsem de tek başıma atlatmıştım. Kolay değildi bir dostu kaybetmek, hem de hiç kolay değildi...

Karşılaştığımız o günden sonra Ahu'yu aklımdan bir türlü çıkaramamıştım. Aynı şekilde Dido da bir köşesinde yer edinmişti. Köpekleri çok severdim. O olaydan sonra uzun bir süre hayvanlara, özellikle de köpeklere yaklaşmamıştım. Daha doğrusu yaklaşamamıştım. Çünkü vicdan azabı bir yüreğe en ağır yüktü...

O gün sahilde hayatın köpeklerle ne kadar eğlenceli olduğunu tekrar hatırlatmıştı Dido bana. Aklımdaki bütün o düşüncelerin üstüne Dido'nun eğlenceli tavrının bana hatırlattıkları ve bir de Ahu'nun vurulduğum güzelim gözleri eklenmişti.

Cidden ben ne ara bu kadar âşık olmuştum?

Âşık olmak ve bunu anlamak için ne kadar süre gerekliydi? Bu sorunun cevabını hiç düşünmemiştim o zamana kadar. Belki de sadece bilmediğimdendi. Belki de sadece bilmek istemediğimdendi...

Onu bir daha görür müydüm bilmiyordum. Görmek istiyor muydum? Hem de delicesine.

Üzerinden bir hafta geçmişti. Tam bir hafta...

Arada tekrar görürüm umuduyla sahile inmeyi de ihmal etmemiştim elbette. Etrafı gözlerimle her seferinde defalarca taramıştım. Fakat onu hiçbir yerde görememiştim. Evet, henüz bir hafta olmuş olabilirdi ama benim onu görmem lazımdı. Yoksa delirecektim. Daha fazla ne dayanacak gücüm vardı ne de bekleyecek sabrım. Bu aşk beni ele geçirmişti artık ben, eski ben değildim. Mutlaka harekete geçmem gerekiyordu. İçimi yakıp bitiren bu hasrete bir son vermeliydim. Takıntılı olduğumu düşünebilirdi belki ama ben fazlasıyla kendimden emindim. O benim kaderimdi. Gerisi yalandı benim için.

Aradan geçen birkaç günün ardından merkeze inmeye karar vermiştim. Çünkü neredeyse ıssız bir dağ başını andıran arazim fazlasıyla sessizdi. Araziyi sırf manzarası için satın almış kendi zevkime göre döşediğim modern hatlara, oldukça, sahip olan evimi manzaranın en net ve güzel göründüğü yere inşa etmiştim. Yaklaşık on yıldır burada yaşıyordum. Oldukça sessiz, sakin bir yaşantım vardı. Ama arada yapılan küçük kaçamaklardan da zarar gelmezdi.

Belki de bazı ihtimaller gerçekleşirdi. Sonuçta umut hep vardı.

֍

Akşama doğru merkeze inmiştim. Caddede yürürken dışarısı renk renk çiçeklerle süslenmiş bir kafe gözüme ilişmişti. Ağırlıklı olan pembe çiçekler kafeye davetkâr bir hava katıyordu. Ben de bu güzel çiçeklerin büyüsüne kapılarak kafeye girmiştim. Cam kenarında sakin bir yer seçip oturmuştum. Kazadan önceki ben olsaydı Boğaz'ı ayaklar altına seren o çok sevdiği restoranlardan birine gider, her zamanki yerine yalnızlığıyla beraber otururdu. Oysa artık hiç içimden gelmiyordu.

O kafeye daha önce gitmiş miydim? Hayır. Ama bazen değişiklik iyiydi.

Geleli beş dakika oldu derken onu gördüğümü sanmıştım. Ama hemen kaybolmuştu. Sanırım aklımın bir oyunuydu.

Önce bir menü isteyip sonra siparişimi vermiştim. Siparişimi beklerken biraz uzağımda salına salına yürüyen Dido'yu görmüştüm. Bu köpek gerçekten farklıydı. Öncelikle çok akıllıydı. Beğenildiğini biliyordu -ki bunu hem yürüyüşünden hem de etrafa attığı kısık ve kaçamak bakışlardan anlayabilirdiniz- ve ona göre davranıyordu. Onu izlediğimi fark etmiş olacaktı ki bana doğru dönüp, ağzı kulaklarına varana kadar gülümseyerek, heyecanla koşarcasına yürümeye başladı.

Diyordum ben bu köpek çok farklı diye!

Yanıma gelmiş, sanki bir insanmış gibi, yanımda aslında bir sandalye olması gereken yere kurulmuş, oturmuştu. Ben Dido'yu hayran hayran seyrederken o çıkagelmişti, Dido'yu arıyordu. O güzelim karanlık gözleri etrafı tararken benim sarıyı andıran açık kahve gözlerimle buluşmuştu. Anlam veremediğim bir ifade kısa bir anlığına gözlerine yansımıştı...

❤֍❤

Bir bölümle daha sizlerle birlikteyim.

Bu bölümde Ayberk'in isteklerine kulak vermiş olduk. Biraz da geçmişin kıyısından geçtik.

Sizce Ayberk kimi kaybetti? Neden bu tür konularda böyle bir karamsarlığa bürünmüştü? Gerçekten ilk görüşte Ahu'ya bu kadar takması sağlıklı mıydı? Ya da konu Ahu olunca bu kadar pozitif düşünmesi? Ahu'nun ne düşüneceğini hem önemseyip hem de önemsememesi, umudun hep var olduğunu düşünmesi, yapılan kaçamaklarla ilgili düşünceleri falan? Sizce fazla iyimser mi? Bir de unutmadan Dido hakkında ne düşünüyorsunuz?

Son bir soru daha : Sizce de Ayberk'in umudun hep var olduğu hakkındaki düşünceleri çok tatlı değil miydi?

Açık konuşmak gerekirse benim hem yazarken hem de okurken hoşuma giden en iyi kısım diyebilirim.

Size belki her yazarın dediği şey gibi gelecek ama emin olun bir yerden sonra karakterlerinizi siz bile kontrol altında tutamıyorsunuz. Onlar siz istemden sizi ele geçiriyor ve kendi kendilerini yazmaya başlıyor. Açıkçası ben de onlara pek kısıtlama getirmiyorum. Her ne kadar gerçek olmasalar da aslında gerçekler. Onlar benim zihnimin birer parçası.

Delirdiğimi düşünebilirsiniz belki ama böyle yaşayınca beni kesinlikle anlayacaksınız. Kendimle ilgili bu kadar konuştuğum yeter.

Gelecek bölüm sizleri daha samimi bir ortam bekliyor olacak.

Görüşmek üzere. Keyifli okumalar.🤗🤍

BİR ÇİFT KARANLIK (DÜZENLENMEKTE)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin