6.Bölüm

1 0 0
                                    

Günler geçtikçe Ahu'ya, kafesine ve –tabii ki de- Dido'ya daha çok alışmıştım. Ama bir o kadar da duygularımı saklamaktan bıkmıştım. Ahu'ya duygularımı açmak istiyordum istemesine de işte her defasında, gözlerinde gördüğüm bir şey, bir ifade, belli belirsiz olan bir sis beni vazgeçiriyordu. Bu ifade benim için bir gizemdi.

Belki de aramızdaki duvarların, engellerin en büyüğüydü.

Ben o engellerin hepsini teker teker aşmak, duvarların hepsini yıkmak istiyordum. Ama elimden hiçbir şey gelmiyordu. Sadece kalakalmıştım. Ne bir adım ileri gidebiliyor ne de bir adım gerileyebiliyordum.

Bir bilinmezliğin ortasında, bir Araf'taydık. Etrafımıza, en çok da, birbirimize sağırdık.

Bizim için en büyük yük: birbirimizden sakladıklarımızdı.

Saklamak; bir şeyi veya gerçeği saklamak oldukça kolaydı, değil mi? Peki ortaya çıkınca n'oluyordu? Değiyor muydu bari?

Bence hayır. Hiç değmiyordu.

Ama hayat bizi öyle bir noktaya getiriyordu ki saklamadıklarımız için bile pişmanlık duyuyorduk.

Bizler -her şeyden habersizmiş gibi duran bizler- oyunun içindeki birer oyuncuyduk. Öyle bir oyuncuyduk ki hem önemli birer parça hem de oyun kurucularından biriydik.

Bazen o kadar iyi oynuyorduk ki biz bile unutuyorduk. Biz sadece dünyayı kandırdığımızı sanıyorduk. Oysaki yaptığımız tek şey; en çok kendimizi kandırmaktı...

֍

Bir gün üçümüz sahildeyken en sonunda dayanamayıp, biraz da olsa, bir şeyler çıtlatmaya çalışırken aklıma annem gelmişti.

Birkaç yıl önce annemle bahçe oturup çaylarımızı içerken keyifliydik. Annemle geçirdiğim her an güzel, özel ve keyifli olurdu ya... Neyse.

Ama bilemezdim. Onu günlerin sadece anılarda kalacağını, bütün ailemi kaybedeceğimi, onlarla geçireceğim fazladan bir dakikanın bile benim için ne kadar büyük bir anlam ifade edeceğini, değerini, o zamanları hasretle arayacağımı bilemezdim.

Karşımdaki manzaraya dalmışken annemin sözleriyle düşüncelerimden sıyrılmıştım.

Ben ne zaman dalıp gitsem annem hemen fark ederdi. Söz konusu çocuklar olunca annemin algıları hep açık olurdu. O bizi anlardı, çözerdi. Ağzımızdan lafları öyle bir alırdı ki biz farkında bile olmazdık. Gökberk her seferinde anlam veremez; Annem her defasında ağzımızdan nasıl lafları kolayca nasıl alıyor da biz fark edemiyoruz ve kanıyoruz, derdi.

Annem büyülü bir kadındı. Hem elleri hem sözleri hem de gözleri efsunluydu sanki.

"Ayberk, bu dalmaların pek hayra alamet değil. Eğer aklını kurcalayan, böyle uzun uzun dalmana sebep olan düşüncelerin varsa bunları paylaş, oğlum. Benimle değilse de biriyle. Kardeşin, yakın bir arkadaşın, baban da olabilir. Ama paylaş, oğlum. Düşüncelerin beynini kemirmesinden daha iyi bir çözüm bu, emin ol. Eğer derin düşüncelere dalmana sebep olan biriyse; git onunla konuş. Hiçbir şey için kendini, ruhunu, sağlını harcama çünkü değmez."

"Bunu da nerden çıkardın anne?"

"Ayberk... Beni kandıramayacağını biliyorsun değil mi? Herkesi kandırabilirsin -kendini bile- ama bana bunları yutturamazsın, canım. Ben seni de kardeşini de sizden iyi tanıyorum. Sizin her anınızda yanınızdaydım. Belki her zaman bedenen olmayabilir ama ruhen hep sizinleydim ben. Her zaman yüreğinizin derinliklerinde sizinle beraberdim. Ve hep de orada olmaya devam edeceğim. Bunu bir köşeye yaz, unutma olur mu?"

BİR ÇİFT KARANLIK (DÜZENLENMEKTE)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin