Merhaba! Sadece giriş bölümünün anlatıcısı farklı. İlk bölümden itibaren anlatıcımız, ana karakterimiz olacak.
Hoş geldin! İyi ki buradasın. Nefes kesen bir kurguya başlamak üzeresin.
Keyifli okumalar dilerim. :)
Okumaya başladığın tarihi buraya bırakabilirsin. ^^
Gri bulutların arasından sızan mavi ışık tahta çerçeveli pencereden koridora süzüldü. Sessizliği kıran gürültüsü karanlıkta yankılandı. Birkaç saniye de olsa adam yarısı tabloya yarısı pürüzlü duvara yansıyan bitkin gölgesini yakalamıştı. İnce parmakları endişeyle titrerken içindeki ürpermenin ıslak paltosundan kaynaklanmadığını biliyordu.
''Sonunda'' diye fısıldadı ellerini paltosuna silerken. Tablodan parmaklarına bulaşan tozun kokusu burun deliklerini yakıyor, derin bir iç çektiğinde ciğerlerine dolan rutubet midesini bulandırıyordu. Duvardan birkaç adım daha uzaklaştı, birkaç saniye önce düzelttiği tabloya uzaktan baktı. Kaçıncı kez düzelttiğini bilmiyordu ama tablo pürüzlü ve bakımsız duvarda asla düz durmuyordu. Başını hafifçe eğdi. Kaşlarını çatarak bakışlarını bir kez daha tabloda gezdirdi.
''Sanatla ilgileniyorsunuz sanırım.'' diyen görevlinin tiz sesiyle irkildi. Zihni biraz sonra yapacağı şeyle o kadar meşguldü ki birkaç adım gerisinde duran kadının kendisine yaklaşan adımlarını duymamıştı.
''Pek sayılmaz.'' derken sesindeki çatlaklar boyası grileşmiş duvarlardaki derin çatlaklara karıştı. Sol elini ensesine götürerek kaşlarını kaldırdı. ''Ben sadece tablonun duvardaki çividen kaydığını ve düz durmadığını fark ettim...'' diye tamamladı. Konuşmak istemiyordu. Duyacakları umurunda bile değildi.
''Uzun zamandır bu duvarda asılı olan bir tablo. Artık yerini beğenmiyor belki de."
Samimi bir ses tonuyla söylediği cümlenin havada asılı kaldığını fark eden görevli parmağıyla tedirgin bir şekilde tabloyu işaret etti. ''Buraya ilk kez gelen herkesin ilgisini çekmeyi başarıyor.''
Adamın bitkin bakışları duvara sabitlendi. Tablo umurunda değildi. Yine de birkaç saniye bekledikten sonra onayladığını belli eden bir ses çıkararak başını salladı. Bir süredir orada adına rezerve edilen masa için görevlinin kendisini yönlendirmesini bekliyordu. Tabloya defalarca dokunup düzgün durmasını sağlamaya çalışmış olsa da kahverengi çerçeveli bu eski tabloyu aslında hiç incelememişti.
Görevliyi takip ederek kendi adına ayrılan masaya yönelirken derin bir nefes aldı. Gergindi.
Masanın hemen bitişiğindeki pencereden dışarıda yağan yağmurun şiddetini görebiliyordu. Karanlık boşluktaki yansımasına baktı. Siyah beresinden kurtulmuş birkaç tutam bukleyi tekrar berenin içene itti. Taba rengi paltosunun yakalarını düzeltirken birkaç dakika sonra diye düşündü. ''Soğuk birkaç harfi bir araya getirip onlardan can yakan kelimeler yaratacağım.''
Ben bugün burada her şeyi bitireceğim. Dünü, bugünü, yarını...
''Çok bekletmedim değil mi?''
Kulaklarına dolan tanıdık bir sesle düşüncelerinden sıyrıldığında bakışlarını sesin sahibine çevirip gülümsemeye çalıştı. Gülümsemenin hiçbir şeyi daha katlanılır kılmayacağını bilse de onun için yapabileceği son güzel şey buydu.
Kadın paltosunu sandalyesine asarken ve nefesiyle ellerini ısıtmaya çalışırken onu izledi. Islak saçlarının birkaç teli yüzüne yapışmıştı. Titrek bakışlarından onun da en az adam kadar gergin olduğu anlaşılıyordu.
''İkimiz de buradayız işte.'' dedi kadın belli belirsiz bir sesle. ''Ölene kadar birbirimizi bir daha görmeyeceğimize söz vermiştik. Oysa şimdi,'' Gözlerini kısarak birkaç saniye bekledi. ''hiçbir şey olmamış gibi ikimiz de buradayız.''
Etrafındaki sesler ve insanların aceleci hareketleri adamın uyuşuk zihnini daha da yoruyordu. Yüzünü ifadesiz tutmak için büyük bir çaba sarf ederek boş bakışlarını bir kez daha onun gözlerine çevirdi.
''Böyle bir hayat yaşamış olmasaydık eğer,'' dedi kadın başını yana doğru hafifçe eğerek. Doğru kelimeleri seçmeye çalışıyor gibi görünüyordu. ''acaba bugün nasıl insanlar olurduk?''
Suçlu hissetmemi gerektirecek hiçbir şey yapmadım diye düşündü adam. Bakışlarını onun yüzünde ve saçlarında gezdirdi. Salonu aydınlatan ışığın zayıflığında gür kirpiklerinin gölgesi uzun zamandır uyumadığını belli eden soluk göz altlarına düşse de adamın aşinası olduğu o sıcacık bakış hala oradaydı.
Pürüzsüz bir yüzü, iri kahverengi gözleri vardı. Kestane rengi kısa saçları çenesinin hemen hizasında bitiyordu. Konuşmak için biçimli dudaklarını her araladığında beyaz dişleri göze çarpıyordu. Hiçbir şeyi umursamayan adamın, her şeyi onarmak için savaş vermek isteyeceği kadar güzeldi kadın.
Öte taraftan dile getirmek üzere olduğu gerçeğin yükü adamın nefesini kesiyordu. Kadının yüzüne bir süre daha baktıktan sonra dudaklarını araladı. Konuşmadan hemen önceki o kısacık anda eğer kelimelerin bir rengi varsa diye geçirdi aklından. Benim kelimelerim zifiri karanlıktan daha siyah.
''Onu buldum.''
Hissiz dudaklarından dökülen sözcüklerin can yakan etkisini azaltmak için tek nefeslik bir kahkaha attı. Kelimelerin keskin ve somut nesnelere dönüşüp kadının güzel kalbine saplandıklarını biliyordu. Umursamadı. ''Oysa hayatımın sonuna kadar bulamamış olmayı dilerdim.''
Adamın söyledikleri zihninde yankılanırken, ''Nerede?' diyebildi afallamış bir ses tonuyla kadın.
Kelimelerin havada kırılıp yere düşmesinin ardından doğan birkaç saniyelik sessizlikte parmak uçlarından saç köklerine kadar uyuştuğunu hissediyordu. Her zaman olduğu gibi, onu kurtaracak bir şeyler arayan bakışlarıyla adamın yüzünü taradı ama karşısındaki kusursuz yüzde tutunabileceği hiçbir şey yoktu bu sefer.
Adam, ''Ölmüş.'' dedi kadının buğulu gözlerine sabitlediği gözlerini kısarak. ''Yan komşusu intihar ettiğini söyledi.''
''Bu hiç adil değil.'' Bulanıklaşan görüşünden kurtulmak için gözlerini kırptığında iri bir damla yanağından çenesine doğru yuvarlandı. ''Cehenneme dönen hayatımın intikamını ölü bir adamdan alamam.''
Sessizlikle geçen birkaç saniyenin ardından kadın sandalyesini iterek masadan kalktı. Ağır hareketlerle paltosunu giydi. Söylenecek tek bir kelime her şeyi bitirecekmiş, ayaklarının dibinde yığılı duran zavallı geçmişi bacaklarından tırmanıp bütün bedenini saracakmış gibi hissediyordu. Gitmek için arkasını döndüğünde duymaktan korktuğu o cümle kararlı bir tonda sırtına çarptı.
''Hikâyenin sonunda, bize olanların bedelini ödeyecek hiç kimse kalmadı geride.'' diye fısıldadı adam. Sesindeki zayıflığın aksine kelimeleri kendi içinde açtığı bir yaraya bütün gücüyle bastırıp acıtmaya çalışan bir hisle bezeliydi. ''En azından kalan hayatını kendini suçlamadan yaşa.''
Çiçekleri toprakta, yıldızları gökyüzünde ve hassas ruhları kabuktan ibaret olan bedenlerde tutan bir güç var diye düşündü kadın. Yaşam. O gücü uyuşuk ruhunda hissetmeyi denedi. Koca bir boşluğa gömülür gibi attığı adımlarla oradan uzaklaşırken titriyordu.
Rastgele birkaç son vardı onların hikayesinde.
Suçlular, kötüler, mağdurlar ve kurbanlar zaman zaman değişiyordu.
Ama kadın tüm sıfatları barındırıyordu ruhunda.
Öte taraftan adam bunlardan hiçbiri değildi.
Önemsizdi tüm detaylar. Rastgele birkaç sondan en kötüsü buldu ikisini de.
Bu hikâyede, bütün mümkünler son derece imkansızdı.
Çünkü adam binlerce eşsiz kar tanesi barındırırken ruhunda, kadının teni kar tanelerine mezardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KAR TANELERİNİN MEZARI
Teen FictionAnlatılmamış gerçeklerle dolu kara bir bulut göğü titrettiğinde geceden kopan yıldızlar ölü toprağa gömüldü. Maskelerin altındaki çirkin yüzler dışında kimse bilmiyordu ölü yıldızların can yakan yalan tohumlarına dönüşüp yeşereceklerini. Dipsiz bat...