Sevgili, ondan sonraki aylar benim için sadece mutlu geçmedi, ben dehşeti ve acıyı da yaşadım. Başkaları benden tiksindi ve beni aşağıladı. O günler benim için hiç kolay olmadı.
Doğumdan önceki aylarda çalışamadım, ailem fark etmesin diye onlarla da pek haberleşmedim. Annemden para isteyemediğim için yanımdaki birkaç mücevheri satarak ayakta kalmaya çabaladım. Doğumdan hemen önce çamaşırcı kadın dolabımdaki en son paramı da çalınca, toplumun itmiş ve unutmuş olduğu, fakirin fakiri kadınların sürüklendiği kliniğe yatmak zorunda kaldım.
Yoksulluğun döküntüleri arasında dünyaya geldi çocuğumuz. Orası yaşamdan çok ölüme yakındı. Her şey yabancıydı. Herkes tek başınaydı, birbirine yabancıydı, biri ötekine kin besliyordu. Yoksulluk bizleri büyük salonun kloroform ve kanla, çığlıklar ve initilerle dolu havasına fırlatıp atmıştı. Yoksulluğun insanı nasıl alçatabileceğini, ruhunu nasıl yok edebileceğini yazgılarının onları o kliniğe atmış olduğu sokak kadınlarının ve hastalar arasında yaşadım.
Korumasız bu zavallı insanların üzerindeki örtüyü sırıtarak açan, bilim adamı pozlarıyla orasına burasına dokunan genç doktorların edepsiz davranışlarını, hemşirelerin açgözlülüklerini de gördüm. Orada insanın utanç duyguları bakışlarla çarmıha gerilir, sözlerle kırbaçlanır.
İnsan, duvardaki tabelada yazılı bir isimden başka bir şey değildir. Yatakta yatan ürperen bir et parçasıdır. Meraklı ellerin dokunduğu bir inceleme konusu, tıp öğrencilerinin seyrettiği bir vücut...
Ah, sevgiyle bekleyen kocalarına çocuklarını evlerinde doğuran kadınlar bilmez, yapayalnız, korumasız ve bir denek gibi yapılan doğumun ne olduğunu!
Bugün de bir kitapta cehennem sözünü okuduğumda elimde olmadan, tıklım tıklım dolu, pis kokular, iniltiler, kanlı çığlıklar ve kahkahalarla dolu o büyük salono, bir zamanlar içinde kıvranmış olduğum o utanç kesim evini anımsıyorum.
Sana bütün bunları anlattığım için bağışla beni. Tek bir kez anlatıyorum. Bir daha hiç, evet hiç tekrarlamayacağım. On bir yıl boyunca hep sustum, yakında da sonsuza dek susacağım.
Ancak bir kez olsun bu çocuğa, benim tüm mutluluğum olan ve şimdi burada soluk almayan çocuğa neler karşılığı sahip olduğumu haykırmak istiyorum. Onun gülümseyişleriyle, konuşmalarıyla onları çoktan unutmuştum.
Fakat o şimdi öldü. Acılarım yine canlandı. Haykırarak içimden atmak istiyorum her şeyi. Ben seni değil, Tanrı'yı, bana acıları çektiren Tanrı'yı suçluyorum. Bir an olsun sana öfke duymadım. Acılar içinde kıvranırken, tıp öğrencilerinin üzerimde dolaşan meraklı bakışları altına utançla ezilirken, ruhum parçalanırken de seni Tanrı'ya şikâyet etmedim. Seninle geçirdiğim o geceler için de hiç pişmanlık duymadım. Ben seni hep sevdim, sana rastladığım o anı hep kutsal saydım.
Sevgili, klinikteki o korkunç anların cehennemini bir daha yaşamam gerekse, beni bekleyen mutluluğu düşünür, bu acılara bir değil, bin kez yine katlanırdım!
Çocuğumuz dün öldü. Sen onu hiç tanımadın. Hem de hiç. Rastlantı eseri karşılaşmalarımızda bile bakışların henüz baharındaki bu küçük varlığa, senin olan o küçük insana bir an olsun değmedi.
Çocuğum doğduktan sonra kendimi senden uzun süre gizledim. O günlerde sana olan özlemim azalmıştı. Sanırım çocuğum doğduktan sonra seni daha az bir istekle seviyordum, sana olan sevgim eskisi kadar acı çektirmiyordu. Çocuğumla senin aranda bölünmek de istemiyordum. Bu nedenle kendimi, beni unutup yaşamını sürdüren sana değil kızıma verdim. Ben ona gerekliydim, onun karnını doyurmalı, ona sarılıp öpmeliydim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu | SasuSaku
Fanfiction"𝘽𝙚𝙣𝙞 𝙃𝙞𝙘 𝙏𝙖𝙣𝙞𝙢𝙖𝙢𝙞𝙨 𝙊𝙡𝙖𝙣 𝙎𝙖𝙣𝙖..." • • • • • Ünlü Alman yazar Stefan Zweig'in Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu adlı eserinin SasuSaku versiyonudur. Bazı değişiklikler yapılmıştır ama hikaye gidişatına hiçbir zararı yoktur...