Sana bütün yaşamımı anlatacağım. Seni tanıdığım günle başlayan o yaşamımı! Daha önceki karmakarışık, bulanıktı. O, anılarımın ulaşamadığı, tozlu ve örümcekli, uyuşuk insanlarla ve bir sürü başka şeyle dolu, çoktan unutmuş olduğum bir mahzendi.
Sen geldiğinde ben on üç yaşındaydım, şimdi yaşadığın ve son soluğum olan bu mektubu elinde tuttuğun evde oturuyordum. Dairemiz seninle aynı kattaydı, kapılarımız karşı karşıyaydı. Bir muhasebecinin hep kara giysilerle dolaşan zavallı dul karısını ve sıska kızını eminim çoktan unutmuşsundur.
Bizim sakin bir yaşamımız vardı. Küçük bir aile olarak yaşam çukurunun en dibindeydik. Eminim sen adımızı da bilmiyorsun. Çünkü kapımızda tabela yoktu. Bize pek uğrayan da olmazdı.
Aradan çok zaman geçti. On beş veya on altı yıl. Hayır, sevgili insan, sen bizleri anımsamıyorsun! Ben ise o günleri, sanki bugünmüş gibi coşkuyla anımsıyorum. Sesini ilk kez duyduğum o gün, seni ilk kez gördüğüm o saat şimdi bütün canlılığıyla gözlerimin önünde. Anımsamaz olur muyum, çünkü benim bu dünyadaki yaşamım o gün başlamıştı.
Biraz sabırlı ol sevgilim, sana her şeyi en baştan anlatacağım. Beni on beş dakikalığına dinlemekten yorulmamanı rica ediyorum. Çünkü ben yaşamım boyunca seni sevmekten yorulmadım!
Sen bizim yaşadığımız apartmana taşınmadan önce o dairede kötü, çirkin ve kavgayı seven bir aile yaşıyordu. Yoksul olmalarına karşın, kendileri gibi yoksul olan biz komşularıyla araları hiç iyi değildi. Onların kabalıklarına ve aşağılık davranışlarına kayıtsız kalıyoruz diye bizden nefret ediyorlardı. Adam sarhoşun tekiydi, karısını sık sık döverdi. Çoğu gece kavgalarıyla, fırlatılan iskemlelerin ve kırılan tabakların gürültüsüyle uyanırdık. Kadın bir gün üstü başı kan içinde ve saçları darmadağın vaziyette merdivenlere doğru koşmuştu. Sarhoş adam peşinden bangır bangır bağırmıştı. Gürültüyü duyan komşular dairelerinden çıkmış, onu polis çağırmakla tehdit etmişti. Annem daha ilk günden bu komşumuzla görüşmemiş, benim de çocuklarıyla arkadaşlık etmemi yasaklamıştı. Onlar da her olanak bulduklarında arkamdan küfretmiş veya kışın yüzüme taş gibi kar topları atmıştı. Bir gün alnımdan kanlar aktığını hâlâ anımsarım. Apartmanda herkes onlardan nefret ediyordu. Günün birinde - sanırım adam hırsızlık yaptığı için hapse atılmıştı - karısı çocuklarıyla kaldığı daireyi terk etmek zorunda kalınca herkes derin bir nefes alıp rahatlamıştı.
Apartman kapısına astıkları 'kiralık daire' ilanını birkaç gün sonra yine kaldırmışlardı. Kapıcının söylediğine göre karşımızdaki daireyi tek başına, kendi halinde yaşayan bir yazar kiralamıştı. Haber apartmanda çabuk yayılmış, herkes rahatlamıştı. Ben de senin adını ilk kez o gün duymuştum.
Daha aradan birkaç gün geçmeden de sıvacılar, boyacılar, duvar kâğıtçıları ve temizlikçiler gelmiş, kavgacı ailenin çıkarken kötü durumda bırakmış olduğu daireyi iyice bir elden geçirmişti. Bütün hafta çekiçler inip kalkmış, malalar ve fırçalar çalışmış, her yer yepyeni ve tertemiz olmuştu. Karşımızdaki daireden pislik kalkıyor diyen annem çok memnundu. Bu işler yapılırken ve eşyalar getirilirken seni hiç görmemiştim. Çünkü her şeyden hizmetkârın sorumluydu. O ufak tefek, saçlarına ak düşmüş, ciddi adam her şeyi büyük bir dikkatle denetliyordu. Bir kenar semt apartmanına hizmetkârlı birisinin taşınmış olması herkesi etkilemişti.
Yaşlıca adam annemi daha ilk günden kibarca selamlamıştı. Beni de hem ciddiye alıyor, hem de arada sırada şaka yapıyordu. Senden de hep olağanüstü bir saygıyla söz ediyordu. Sana bir hizmetkârın ötesinde saygı beslediği belli oluyordu. O iyi yürekli yaşlı Johann'ı çok sevmiştim, hep senin yanında olduğu, işlerine baktığı için de kıskanmıştım.
Sevgili, şimdi sana her şeyi anlatacağım. Benim gibi ürkek, çekingen bir kız çocuğunu daha ilk günden nasıl etkilemiş olduğunu bilmeni istiyorum. Yaşamıma girmeden, ben seni daha görmeden önce başkalığın ve gizeminle üzerimde çok inanılmaz bir etki yapmıştın. Bir kenar semt apartmanında büyük bir aile gibi yaşayan, kapılarının önündeki her türlü değişikliğe merakla bakan insanlar sabırsızlıkla gelmeni bekliyorlardı. Sana olan merakım bir gün öğleden sonra okuldan dönüp de apartman kapısında duran kamyonu görünce doruğa çıktı. Hamallar ağır eşyaları çoktan yukarı taşımıştı.
Kapıda durdum ve sağda solda kartonlar içinde bekleyen, o güne kadar hiç görmemiş olduğum değişik şeylere merakla baktım. Neler yoktu ki...
Hindistan'a özgü değişik putlar, İtalya'ya özgü küçük heykeller, büyük boy tablolar ve bana yabancı gelen, güzel ciltli bir sürü kitap...
Hizmetkârın onların tek tek tozunu alıyordu. Üst üste yığılmış kitapların yanına sokuldum. Adam sesini çıkarmadı. Hiçbirine dokunmadan deri kapaklarına ve sırtlarına baktım. Gördüğüm kadarıyla Fransızca, İngilizce ve anlamadığım başka dillerde kitaplardı. Annem çağırmasaydı mutlaka kapıda saatlerce durur, onları seyrederdim.
O gün bütün akşam seni düşündüm, henüz tanımamış olduğum seni gözümün önüne getirdim. Odamda kapakları yırtılmış, çok sevdiğim birkaç ucuz kitap vardı. Kendimi zorladım, aşağıda kapıda gördüğüm o güzel kitaplara sahip olan, hepsini okumuş, hem varlıklı, hem de çok sayıda yabancı dil bilen aydın insanı gözümün önüne getirmeye çalıştım ve olağanüstü o kişiye sonsuz bir saygı duydum. Karşımda, okulda coğrafya dersine giren profesörü anımsatan, ancak ondan daha sevecen, daha yakışıklı ve yumuşak, uzun ak sakallı, gözlüklü yaşlıca bir adam duruyordu.
O gün seni niçin yaşlı ve güzel birisi olarak gözümün önüne getirmiş olduğumu bilemiyorum. Gece uykumda, henüz görmemiş olduğum sen ilk kez rüyama girdin...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu | SasuSaku
Fanfic"𝘽𝙚𝙣𝙞 𝙃𝙞𝙘 𝙏𝙖𝙣𝙞𝙢𝙖𝙢𝙞𝙨 𝙊𝙡𝙖𝙣 𝙎𝙖𝙣𝙖..." • • • • • Ünlü Alman yazar Stefan Zweig'in Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu adlı eserinin SasuSaku versiyonudur. Bazı değişiklikler yapılmıştır ama hikaye gidişatına hiçbir zararı yoktur...