•𝟲•

14 3 0
                                    

O gece nasıl olup da ölmediğimi bilmiyorum. Sabah sekizde beni Saitama'ya kaçırır gibi götürdüler. Onlara karşı çıkacak gücüm kalmamıştı!

Kızım dün gece öldü. Eğer gerçekten yaşamak istiyorsam tek başıma bir yaşam sürdürmek zorundayım. Onlar yarın gelecek. Yabancı, kara giyimli kaba adamlar. Yanlarında getirecekleri tabuta çocuğumu, benim tek çocuğumu koyacaklar. Belki bazı tanışlarım da gelir, ellerinde küçük çelenklerle. Fakat ne anlamı var çiçeklerin tabutun üzerinde?

Beni biraz teselli etmek için bir şeyler söyleyecekler, konuşup duracaklar. Fakat ne anlamı var kelimelerin artık?

Sonra?

Biliyorum, sonra ben yine tek başıma kalacağım. İnsanların içinde tek başına yaşamak kadar kötü bir şey yoktur. Saitama'da yaşadığımız o iki yıl boyunca, on altı yaşımdan on sekiz yaşıma kadar, bunun ne olduğunu öğrenmiştim. Ailemin yanında kendimi bir esir, bir köle gibi hissediyordum. Çok az konuşan, sakin bir insan olan üvey babam bana iyi davranıyordu. Annem de, belki haksızlık yapmış olduğunu düşündüğünden, her isteğimi yerine getirmeye çabalıyordu. Gençler çevremde dolanmaya başlamıştı. Ben ise hiçbirini katı bir inatla yanıma yaklaştırmamıştım. Mutlu olmak istemiyordum, senden uzak, hüzün içinde yaşayacaktım. Annemle ne konserlere ne tiyatroya gittim. Dostlarıyla yaptıkları neşeli pikniklerde de onlara eşlik etmedim. Çoğu zaman evde oturdum, sokağa hemen hemen hiç çıkmadım. Sevgili, belki bana inanmayacaksın, fakat iki yıl yaşadığım bu kentin sokak ve caddelerini tanıdığımı söyleyemem. Yas tutuyordum ve yas tutmak, hep seninle yaşamak istedim. Saatlerce, günlerce evde tek başıma öylece oturdum ve seni düşünmekten başka bir şey yapmadım. Sana dair yüzlerce küçük anımı defalarca gözümün önüne getirdim. Saatlerce, eve dönüşünü beklememi, kapıdaki küçük gözetleme deliğinden seni gördüğüm anları sık sık anımsadım, bazılarını tiyatro sahnesindeymiş gibi canlandırdım. Çoğu anımı sayısız kez tekrarladığım için de genç kız olmaya başladığım o günlerin neredeyse her dakikası yaşamımda yakıcı anılar olarak kaldı. Sanki hepsini daha dün yaşamıştım. O günlerde ben senin içindeydim, bir parçandım. Gazeteler ne zaman yeni bir kitabından söz etseler hemen onu alırdım. Böyle günlerin benim için bayramdan farkı olmazdı. Bilmem bana inanacak mısın, kitaplarını neredeyse satır satır biliyorum. Çünkü onları defalarca okumuştum. Birisi gelip geceyarısı beni uyandırsa ve kitaplarının birinden bir cümleyi söylese, aradan on üç yıl geçmesine karşın, cümlenin geçtiği o sayfayı ezbere tekrarlayabilirim. Yapıtların benim için bir kutsal kitaptı. İçinde yaşadığım dünyayı sen belirliyordun. Viyana'da çıkan gazetelerin kültür sayfalarında bir konserden veya tiyatrodan söz edilse oturur düşünürdüm, acaba hangisine gidiyor? Akşamları gözlerimi yumar, tiyatro veya opera salonuna giren sana uzaktan eşlik ederdim. Şimdi salona girdi, yerine doğru yürüdü ve koltuğuna oturdu... Böyle anları belki binlerce kez düşledim.

Ancak tek başına bırakılmış bir çocuğun çılgınca, hep öfkeli ve hüzünlü umutsuzluğunu, bunları bir gün olsun sezmemiş, anlayamamış bir insana niçin anlatıyorum ben bunları?

O yıllarda ben gerçekten bir çocuk muydum?

On yedi yaşındaydım, sonra on sekiz... Sokakta yanından geçtiğim delikanlılar başlarını çevirip arkamdan bakıyordu. Fakat bu davranışları beni sadece öfkelendiriyordu. Çünkü senden başka bir insanı sevmeyi, bu sadece düşüncelerimde de olsa, düşünemiyordum. Sevmeyi denemek bile benim gözümde büyük bir suçtu. Aradan geçen yıllarda vücudum kadınsılaştı, uyanan duyularım biraz daha ateşlendi, sana olan tutkum ise hep aynı kaldı. Ben şimdi kendini sana vermek, sana armağan etmek isteyen genç bir kadındım.

Tanışlarımız beni ürkek sanıyor, benim için, çekingen bir kız, diyorlardı. İstenci sağlam ben ise yaşam sırrımı hep inatla kendime sakladım. O günlerde kafamdaki tek düşünce Tokyo'ya, sana dönmekti. Yakınımlarım bu isteğimi saçma ve anlamsız bulsalar da sonunda kabullenmek zorunda kaldılar. Üvey babam varlıklıydı. Bana kendi kızıymışım gibi davranıyordu. Ancak ben inat ettim. Yaşam yolumu kendim seçecektim. Israrlarım, sonunda başarılı oldu. Tokyo'da kıyafet mağazası sahibi bir akrabamızın yanında işe girdim.

Sisli bir güz akşamında Tokyo'da trenden indiğimde ayaklarımın beni nereye sürüklediğini şimdi söylememe gerek var mı?

Bavulumu istasyondaki emanete bırakıp hemen bir tramvaya atladım. Ne kadar da yavaş gidiyordu!

Sonunda eski evimize yakın durakta indim ve koşa koşa sokağımıza gittim. Başımı kaldırıp yukarı baktım. Pencerelerinde ışık vardı. Yüreğim coşkuyla doldu. Yıllarca bana hep yabancı olmuş kent şimdi yaşıyordu. Seni yakınımda hissettim, o sonsuz düşümü. Hemen canlanıverdim. Belki bana yine uzaktın, vadilerin, dağların ve ırmakların arkasındaydın, fakat ben yine de kendimi sana yakın hissediyordum. Işıldayan bakışlarımla senin aranda sadece aydınlık, ince bir pencere camı vardı. Başım yukarıda katına baktım durdum. Bu ışık, bu pencereler ve orada benim dünyam olan sen vardın. İki yıl boyunca bu anı düşlemiştim ve şimdi ona kavuşmuştum. Puslu bir akşamda, odalarında ışıklar sönünceye kadar saatlerce durdum. Sonra oradan ayrıldım ve Tokyo'da kalacağım evi aradım...

Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu | SasuSakuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin