🔥💧
hyunjin'den
çığlıklar, ormanda uçuşan ağaç parçaları, yerdeki kanlar ve en çok ilginci, kanat tüyleri insanlar kaçmaya başlıyor bense onların geldiği yere gidiyorum koku gittikçe artıyor bir sürü ceset yıkılmış evler her yere bakıyorum ama bir türlü felixi bulamıyorum insanlara sormak için yanlarına gittiğimde daha hızlı koşmaya başlıyorlar sinirlerim kabarıyor kanatlarımı açıp bir adamı tutuyorum bağırarak
"buraya bir prens getiril dimi beyaz ve sarı karşımı bir saç rengi var!"
"b-bilmiyorum görmedim görenler de ölmüş zaten" dedi adamı yere indirip ormana bakmaya karar verdim...
yoktu hiç bir yerde yok artık saraya dönüp muhafız almaya karar verdim yürürken son bir yere bakmamıştım kendimi kötü hissettiğim veya düşünmek için oraya giderim. çok uzak değildi
2 km falan vardı ıslık çaldım çünkü bu alanlar da eğitilmiş at çok bulunur. tam bir kere daha çalacakken kişneme sesi duyduğumda arkamdan gelen kar tanesi gibi bir at görmeyi beklemiyordum bana doğru yavaşça gelmeye başladı üzerin de eyerin vardı ama gene de hırçın bir ata benziyordu yavaşça başını sevip sakinleştirmeye çalıştım çok fazla işe yaramasa da azda olsa sakinleşti tam o anda sırtına atlayıp koşturmaya başladı dengemi korumak için iplerden yardım alıyordum
uçuruma yaklaştım attan inip iplerinden tutarak yavaş ve dikkatli yürüyorduk mağarayı görmüştüm içeri girmiştim. her yer zifiri karanlıktı elimle ateş topu yaptım etrafı incelemeye başladım evet çoğu malzemem buradaydı en derinlere ilerledikçe nefes alış veriş sesi duyuyordum o kadar hızlı atıyordu ki ve ortam da bürünen mükemmel koku beni kendimden geçiriyordu lale kokusu o kadar baskındı ki
koku'yu takip edip felixi bulmuştum çoğu yeri kan ve yaraydı yanına gidip nabzına baktım nabzı atıyordu ama burada ne işi var burası kasabaya yere çok uzak uça- hayır kanatları yok saçmala ee o zaman her şeyi boş verip felixi kucağıma aldım tüy kadar hafif. atın yanına ilerlerken kucağımda ki kıpırdanmayla olduğum yerde durdum ve " p-prensim" anında diz kapaklarımın üzerine çöktüm felix hala kucağımdaydı "felix iyi misin noldu sana köyden na-" b-bi dakika bu nasıl olabilir "f-felix gözlerin..."
"hm ne olmuş gözlerime" demişti halsiz haliyle "gözlerin buz mavisi renginde" ama o halsizce kafasını göğsüme yasladı, tamam sorularımı sonraya saklayacağım tekrar ayaklandım ilk felixi sonrada kendim ata bindim "hyunjin ah- at çok güzel" demişti tanrım sesi zaten çıkmıyor bide konuşuyor "biliyorum ama senin kadar değil..." dedim sona doğru kısılan sesimle "sıkı tutun" kollarını belime sararken kalbimde ufak küçücük bi hızlanma olmuştu
sarayı görmemle bağırmam bir oldu " yardım çağırın!" diye bağırmıştım bir kaç muhafız gelmiş onlara yardım etmişti bir muhafız tam felixi kucağına alacakken hyunjin konuşmuştu "bırakın ben alırım" demişti
"ama ef-" hyunjin ona derin bakışlar atıp felixi kucağına almış sarayın revirine götürmüştü bir şey olursa haber etmelerini söyleyip çıkmıştı tam o sırada 2 kraliyetin kral ve kraliçeleri buradaydı
"hyunjin oğlum ne oluyor felix nerde bir şey mi oldu" kafamı eğerek konuştum "ormanda yürüyüş yapıyorduk yorulmasın diye at almaya gitmiştim orda beklemesini söyledim sonra yolum kesildi bende savaşmak zorundaydım hepsini öldürdüm ama hava baya karanlıktı bende muhafızları alıp ormana geri dönecektim ki o an felix geldi aklıma koşarak onu bıraktığım yere gitmiştim o yoktu ben de biraz ilerdeki kasabaya gitmiştim her yer yanıyordu gene felix yoktu ormanı her yerini aradım en son bir yerde buldum ama kanlar ve yaralar içindeydi göz- neyse işte sonra buraya getirdim şimdi revirde."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
kraliyetin sunshine / hyunlix (omegaverse)
Fantasyiki krallık, iki farklı ırk, iki kavuşamayan beden... güç her şeydir öyle değil mi? bunu başaramayan bir prensin hikayesi bu, siz bu hikayede nereye kadar dayanabileceksiniz. kitabın sonunda kazanan taraf mı yoksa kaybeden taraf mı olacaksın? geçmiş...