hani olur ya; sabaha karşı kalktığını sanarsın ama saate baktığında daha 1 saat önce uyuduğunu fark edersin. zil çaldığında çantanı toplarken 1 ders daha olduğunu öğrenirsin. hani olur ya, "hocam istiklal marşı okunacak 5 dakika erken çıkmamız lazım." dersin ve hoca sana "bugün perşembe." der...
kurtuluşa erdiğini sanarken hayat gözünün içine baka baka topuğuna sıkar ve öylece kıvranışını izler. ne hayatla bağlantını koruyabilirsin, ne de ölüp kurtulabilirsin.
tam da böyle bir ruh halindeydi jisung. minho'nun onu beğendiği ve tanışmak istediği düşüncesine kendini o kadar kaptırmıştı ki, sazan gibi atlayıvermişti işte.
ama o da kendi çapında haklıydı. sonuçta yongbok ve jisung kuzey ve güney gibiydi. bir ortama girdiklerinde adeta güneş gibi parlayan, herkesin sevdiği ve aşık olduğu çocuk her zaman yongbok'tu. haliyle jisung her seferinde ikizinin gölgesinde kalıyordu. bu durumlar da biriktikçe jisung her geçen gün ikizini daha çok kıskanıyor ve ondan daha da uzaklaşıyordu.
(not: kuzey güneyden kastım dizi. o dizi de iki kardeşin hayattaki yarışlarını konu almış.)
bu durumlar da onun özgüvenini sıfıra indiriyordu hırsla. kendini hiç beğenmez, vücudundan utanır ve bulabildiği en geniş kıyafetleri giyerdi.
mizahı en büyük nimetti onun için. 'madem güzel değilim, ben de komik olarak bu açığı kapatırım.' politikasını yürütüyordu kendince. hayır, abartıyordu. gayet de güzeldi, sincabı andıran yanakları, boncuk boncuk büyük gözleri, insana huzur veren gülüşü, dolgun bacakları ve kıldan ince bir beli vardı. sadece yongbok bambaşka bir boyuttu.
jisung okula geldiğinde çantasını bıraktı, chan'a ve changbin'e selam verdi ve kantine doğru adımladı.
kendine en sevdiği zeytinli poğaçadan ve çikolatalı sütten aldı ve nöbetçi masasına oturdu. koluna takması gereken kocaman bir 'NÖBETÇİ ÖĞRENCİ' yazısı vardı ve sıkıntıyla oflayıp koluna taktı. ne saçmalıktı bu şimdi, asker mi yetiştiriyorlardı?
sütünü açtıktan sonra poğaçasından bir ısırık aldı. zil çalalı 5 dakika olmuştu ve minho hala ortalıkta yoktu. gelmese onun için çok iyi olurdu. çünkü gece kendini yeterince rezil etmişti.
tabi çok geçmeden evren yine çocukcağıza orta parmağını gösterdi. minho ruhsuzca yanına geldi ve oturdu. jisung strese girmiş olacaktı ki gözlerini kaçırıp yerinde dikleşti.
"ooo resmi flörtüm de buradaymış. afiyet olsun."
sakin ol jisung, sadece günün sana cehennem olacağa benziyor.
"kapa çeneni aptal."
"oww siz alt sınıflar hep böyle gergin misinizdir?"
"alt sınıf dediğin ben e şubesindeyim sen d amına koyayım."
"ama insan resmi flörtüne küfreder mi jisungie?"
"o çeneni kapatacak mısın ben mi kapatayım ha?" bir hışımla ayaklanarak konuştu. minho deli gibi gülmeye başladı.
"tamam tamam özür dilerim sustum."
"zahmet oldu, minnacık aklınla utanmadan dalga geçiyosun bir de."
"ay tamam bak şimdi bu sınıf defterlerini sen al," minho koccaman yığın dolusu sınıf defterini jisunga uzattı.
"bunlar da bende." 5 ya da 6 tane sınıf defterini önüne koydu. jisung hayretle yanındakine baktı.
"dalga mı geçiyorsun?"
"niye hep dalga geçtiğimi ima ediyorsun?"
"çünkü iki seçenek var. ya sen benle dalga geçiyorsun, ya da tam anlamıyla bir zırdelisin."
"tamam ver iki tane daha da ağlama dengesiz. zaten alt sınıfsın derslerin kötü bari bunla sevin."
"gerizekalı, aptal! dengesiz senin babandır" minho'nun koluna sertçe vurdu.
"bütün gün seninle uğraşacağıma inanamıyorum lee minho. tam bir baş belasısın."
💐🦋🌈☀️
naptınız balparmaklar
ay az kalsın b sınıfına düşüyodum hoca kurtardı sınıfı 16 kişi yaptı
ŞİMDİ OKUDUĞUN
perfection • minsung
Fanfictioneğer dünya kusursuz insanları barındıracak kadar mükemmel olsaydı, narsist romeonun juliete aşkla bakacak gözleri olur muydu? texting+düzyazı ⚠️mizah altı trajedi içerir ⚠️küfür ve argo