aile..
ne kadar basit bir kelime değil mi? ama içinde yatan anlamı herkes bilemez. bir şeyden yoksun olmadan değerini bilemezsin misali.aile sorunları, dikkat ve ilgi çekmek için lise ergenleriyle bütünleşmiş ve kalıplaşmış olarak kabul edilir. genel olarak bakıldığında çok da yanlış değil tabii. peki ya gerçekten aile sorunları yaşayanlar?
bu her alanda olabilir. ebeveyn baskısı, kardeşler arasında ayrım, kafa yapısının ve yaşam tarzının uyuşmaması, dersler, psikolojik sorunlar, maddi limitler, at gözlüklerini takmış ve yeniliklere kapalı aile bireyleri, güvensizlik ve daha yüzlercesi.
aile sorunları başlığını dallara ayırınca ağacın kökleri gibi aynen bu şekilde etrafa dağılır. duyunca bile başınız ağrıdı değil mi? bir de bunları yaşadığınızı düşünün.
mesela bir ebeveynin hem çocukları arasında ayrım yaptığını hem de derslerde baskı yaptığını düşünürsek hayatın çocuğa cehennem olduğunu düşünürüz. çünkü çocuk ailesinden duyduğu her azar ve hakarette kendini daha da yetersiz hissedecek ve kendine nefreti artacaktır.
han jisung, ikiz kardeşinin akademik başarısı ve diğer her anlamda "mükemmel" bir evlat olarak görüldüğü için ailesinden bunaltıcı derecede baskı gören bir genç. sırf deneme sınavında derece yapabilmek ve ailesi tarafından bir kez olsun başının okşandığına şahit olabilmek için 1 aydır yemeden içmeden çalışıyordu. sonuç? yoruma kapalı.
eziyet gibi geçen 4 saatlik deneme sınavının süresinin dolduğuna dair çalan zille kitapçığını verdi ve koşar adımlarla sınıftan çıktı. hedefi tuvaletti, kabinlerden birine girip içi çıkana kadar ağlamak istiyordu.
yine başaramamıştı. yine evde kıyametler kopacaktı.
her deneme aynıydı. tırnaklarını kemire kemire sınava girer, insanların onu ağlarken görmesinden nefret ettiği için arkadaşlarını dahi beklemeden tuvalete koşar ve kabinde teneffüs bitene kadar ağlardı. ailesi onun kırmızı çizgisiydi. onlara kendini kanıtlamak için her şeyini verebilirdi.
zil çalınca yüzünü yıkadı ve kızarmış yüzüyle sınıfa adımladı. sınıftakiler de alışmıştı artık bu yüzden çekinmiyordu. tuvaletten çıkmış, sınıfa girecekken bileği bir el tarafından durduruldu.
"jisung?" seslenenin minho olduğunu görünce hemen kafasını çevirdi.
"noldu ne bu halin"
"sınıfa gitmem gerekiyor"
"saçmalama bırakamam seni böyle. gel çıkalım"
"minho bırak gideyim"
"hayır dedim ya jisung gel müdürden izin almaya gidiyoruz"
"bir kez olsun uzatma diyorum seni ilgilendirmeyen konulara girme" bir anda bağırmasıyla kaşları havalandı minhonun. böyle çıkışmasını beklemiyordu.
"ne?"
"şu an sen dahil kimseyle konuşmak istemiyorum ama seni ilgilendirmeyen her şeyin içindesin"
"beni ilgilendirmiyor değil mi? ben anladım senin huyunu ters de çevirsek düz de yatırsak senin bu aptal üslubun düzelmez"
"ben yalnız kalmaya çalıştıkça sakinleşmeye çalıştıkça sen benim daha da üzerime geliyorsun. nefes alamıyorum"
"jisung ne oluyor ne bağırıyorsun koridorun ortasında"
"harika! bir sen eksiktin yongbok. sakın gelmeyin peşimden" topuklarını yere vura vura tekrar tuvalete adımladı. belli ki ağlama mesaisini birkaç dakika daha uzatacaktı.
koridorda kalakalan yongbok ve minhoydu.
"yongbok, jisungun nesi var"
"her deneme sonrası böyle oluyor işte. özellikle yanına gidip konuşmuyoruz, onu yalnız bırakıyoruz çünkü gidince çok kızıyor. gerçi ben ne zaman yanına gitsem kızıyor orası ayrı mevzu. çok konuştum galiba kusura bakma"
"hayır hayır ben dinlemeyi severim. o da senin gibi konuşmayı seviyor. benziyorsunuz birbirinize"
"gerçekten mi? ilk defa duyuyorum bunu. dürüst olmak gerekirse.. sevindim"
"keşke senin gibi üslubuna dikkat etse biraz düşünerek konuşsa"
"sizin derdiniz şimdi anlaşıldı. jisung zor bir insandır minho. onunla anlaşabilmek her yiğidin harcı değil. isteseler canını verebileceği iki arkadaşı var, changbin ve chan. onun dışında kimseyle doğru düzgün arkadaşlık yapabildiğini görmedim. senin dışında. yıllardır ilk defa hayatına birini aldığını gördüm. baksana, beni bile sevmiyor. emin ol senin sayende arkadaşsınız. sana değer verdiğinden ve seni gerçekten sevdiğinden emin olabilirsin" ellerini havaya kaldırarak konuştu ve güldü.
"bilmiyorum yongbok ya. biraz kafamı toparlamam lazım galiba. bunca şeyden sonra böyle davranması çok gerdi beni"
"haklısın ama bil ki o asla kötü niyetli biri değil. agresif kişiliğine rağmen çok eğlenceli ve merhametlidir"
"ondan şüphem yok tabi de yani.. neyse ya. teşekkür ederim dinlediğin için. tanıştığıma da çok memnun oldum"
"ben de çok memnun oldum minho"
🌃🖤✨🍸
"ya uzaklaşsana bela mısın çocuk!"
sonunda okul bitmiş, ikilimiz kafede görev yerlerini almıştı. bu sefer jisung minhoyu beklememiş ve kendisi gelmişti. minho ise tüm yolu saydırarak gelmişti. fakat bu sefer müdür ikisine de mutfakta, yan yana görev vermişti. bulaşık görevi.
"ben köpürtüyorum ya sen uzaklaş"
jisung ağlar gibi tavana bakarak konuştu.
"allahım niye her anımı sınanmaya göre ayarlıyorsun ben sana naptım"
minho cevap vermedi. cevap verirse geri dönüşü olmayacak şekilde kalp kırmaktan korkuyordu. her zaman susuyordu, bu sefer de susacaktı.
jisung yanındakine baktı, kendini tutmaya çalıştığı bariz bir şekilde belliydi. sesini çıkarırsa patlayacağını düşündüğü için sustu.
minho köpürtme işini bitirir bitirmez aceleyle önlüğünü çıkarıp hazırlanmaya başladı.
"nereye"
tam gidecekken duyduğu sesle derin nefes aldı ve konuştu.
"eve gidiyorum?"
jisung 'bensiz mi gideceksin' demeyi istedi fakat dili varmadı.
"iyi git" cevap vermeden gidişini izledi
"çattık ya"
işlerini bitirip kendisi de işyerinden ayrıldı. saat gece 2'ydi ve genelde her eve geçtiğinde evdekiler uyurdu, kendisi de sessizce odasına adımlardı.
yine aynı şekilde eve girmeyi planlıyordu ki içeri girdiğindeki sesler bu gecenin uzun olacağının bir göstergesiydi.
"çabuk buraya gel jisung"
🌃🖤✨🍸
ben geldim.
beklettiğim için özür dilerim sayın 11 aktif okuyucum
telefonum kırıldığı için uzun süre giremedim ama toparlayacağız no merak😚✨
ŞİMDİ OKUDUĞUN
perfection • minsung
Fanfictioneğer dünya kusursuz insanları barındıracak kadar mükemmel olsaydı, narsist romeonun juliete aşkla bakacak gözleri olur muydu? texting+düzyazı ⚠️mizah altı trajedi içerir ⚠️küfür ve argo