2.9

249 22 47
                                    

Sana karşı verdiğim savaşları kaybediyorum birer birer.
Eksik hissettiriyor varlığında yokluğunda.
Alışkanlıklarımın dışına çıkmaya çalışıyorum mesela.
Sonra bir şeyler oluyor içimde.
Kendime kızıyorum.
Sana bakmayı ne ara alışkanlık yaptım diyorum.
İnsanlarla konuşmuyorum.
Ama bir acı da hissetmiyorum.
Birilerinin kalbini kırıyorum durmadan.
Hikâyelerinde kötü karakter oluveriyorum.
Kabulleniyorum çoğu zaman.
Kabulleniyoruz.
Çünkü esasında seviyoruz.
Ve fark ettirmiyoruz.

İçimde bir şeyler eksikmiş gibi hissediyordum günlerdir.

Bunun nasıl bir his olduğunu aklımda tarif edemiyordum. Bir yanım rahatlamıştı açıkcası. Kendine itiraf edebildiği şeyler insana hafif gelir sanıyordum ve bir yere kadar buna her zaman hak vermiştim. Şimdiyse... O anlardan birinde değildim çünkü kendime olan itiraflarım rahatlatmaktan çok eksik hissettiriyordu çoğu zaman.

Bir de tam vazgeçmişken her şeyden; o kişiyi daha çok görüyordum etrafımda, bu aklımın şaşırtması değilse eğer.

Derslerime öyle bir ağırlık vermiştim ki son bir haftadır, lifeblood hesabımı dondurur dondurmaz telefonumdan dikkatimi dağıtacak her şeyi silmiştim. Hatta, belki kendime engel olamam diye, telefonumda ona ait olan eski fotoğraflarımızı da silmiştim. Yalnız, gönlüm tamamen el vermemişti hepliğine silmeye. Galerimin çöp kutusundaydı hepsi.

Dilimin ucuna gelmiyordu itiraflarım belki ama, kafamın içinde bile göremiyordum onları.

Hâlihazırda derslerim iyiydi benim. Kafam karışıktı, kolay toplanamıyordum ve dikkatim dağılıyordu; derslerim düşmüştü. Onu aştığım için dağılan dikkatimi toplayabilmiştim hızlı bir şekilde çünkü içimde bir acı yoktu. Aşk acısı yoktu, kırgınlık yoktu, kızgınlık yoktu. Dikkatimi dağıtabilecek bir şey yaşamamıştım ben.

Neyse ne.

Dersim boş olduğundan ve Tuğçe'yle vakit öldürmek istemediğimden iki test kitabı alıp kütüphaneye geçecektim. Kütüphane çok dolu olmazdı bizim okulda zaten. Birkaç kişi takılır ve giderdi.

Kütüphaneye giden yolun üzerinde spor salonu vardı ve ben kendime engel olup o tarafa çevirmedim kafamı. Orada olduğunu biliyordum ve bunu bilmek dahi istemiyordum. Sertçe yutkunup önüme bakarak devam edecektim ama, sanırım alışkanlık olduğundan, kafamı bir saniyeliğine oraya çevirdim ve tek gördüğüm şey fileyle buluşan toptu ve kimin attığı görünmüyordu.

Bir saniye dalgınlıkla birine çarptım.

Elimdeki kitapları sıkı tuttuğumdan ve sert çarpmadığımdan karşımdakine, filmlerde izlediğimiz ya da kitaplarda okuduğumuz çarpışmalar gibi olmamıştı. Ne de olsa ben o kızlar kadar saf ve dalgın olmamıştım hiçbir zaman. Gururumdan mıdır bilinmez ama suç benimde değildi burada. Karşıdan gelen görmüyor muydu beni?

"Sen çok oldun," dedi karşımdaki ben anlık şok yaşarken. Melih Güney. "Âşık mısın nesin ne bu dalgınlık? Önüne baksana."

Normalde olsa onun lafını ağzına öyle bir tıkardım ki aklı şaşsın ama hiç hâlim yoktu. İki üç saniye boş boş ona baktıktan sonra onu geçmek için harekette bulundum. "Pardon ya," dedi anlayamadığım bir tonda ve durdum. Ne? "Ne bu kızgınlık?"

Tam ağzımı açıp cevap verecektim ama sözcükler aklıma gelmedi ve sustum. "Dilini mi yuttun?" dedi burnunu kırıştırıp bana ukala ukala göz devirdikten sonra. Sonra sırıtmaya başladı. "Ne oldu? Şaştın kaldın bir?"

"Yorgunum," dedim elimdeki test kitaplarını işaret ederek. "Çarptığım için üzgünüm."

"Sorun değil," dedi kısık bir sesle beni baştan aşağı süzerek. Cevap vermeden kafa salladım ve önüme dönüp ilerledim.

Çünkü ne hâlim vardı kaos kaldırmaya ne vaktim. Yalnızca ders çalışacaktım. Hocalar kapasitemin olduğunu söylüyorlardı madem, sonuna kadar zorlayacaktım.

"Anonim olduğunu söylediğimi düşünüp kızdıysan," diye seslendi arkamdan. "Merak etme, tek kelime etmedim ona senin kim olduğun hakkında çünkü o çok sevdiğin şahıs senin kim olduğunu bilmeyi hak etmiyor," Nefeslendi ve sempatik bir şekilde "zannımca." diye devam etti. "Bir daha bu kadar uzun konuştuğumu duymazsın."

"Teşekkür ederim," dedim yarım yamalak gözlerim onu bulurken. "Ama sorun bu değil zaten."

"Bir sorun var yani?" dedi bana yaklaşarak. Yaklaşmasana diye bağırıyordu zihnim. "Sorun ne o hâlde?"

"Sorun yok," dedim bir çırpıda. "Çok mutluyum."

Yine o gülüşünü yaptı ve tam dibimde durdu. "Mutlu olman güzel," Dudaklarını ıslattı ve ellerini hırkasının cebine soktu. Filmlerdeki o çocuk havası veriyordu bu duruşu. İtiraf etmesem de anlık olarak bu beni heyecanlandırmıştı. "İyi çalışmalar."

Nedenini bilmediğim bir öfkeyle dolup taşmıştım sonrasında. Heyecandandı belki. Ya da sinirim bozulmuş olabilirdi. Dudaklarımı birbirine bastırıp kafa salladım ve göz devirip arkama dönmeye yeltendim ki spor salonunun kapısından çıkan onu gördüm. Hiçbir kırgınlığım olmamasına rağmen içimde tekrar fırtına oldu ve öfkelendim. Arkada bir yere baktığımı göründe Melih de benim baktığım yöne baktı ve onu gördü. Gözleri beni bulduğunda sıkkınlıkla ofladı ve beni aşıp kütüphane tarafına gitti.

Neden yüzü değişmişti? Önemli olan bu değildi belki.

Sol yanımdan geçmişti ve geçerken ki hızla oluşturduğu rüzgar kahküllerimi oynatmıştı.

Sanki o an, içimde bu zamana kadar bir kırgınlık olmasa dahi bir şeylerin parçalandığını hissettim ve o şeyler darmaduman oldu ben de.

Sonra yanımdan bir kız koşarak geçti, bir çift sevgili merdivenden indi, takımdakiler şakalaştı ve ben arkamı dönüp gittim.

Can damarım sökülmüş gibi hissettim. Birden fazla kişinin can damarı söküldü.

😔 💔

Lifeblood | Texting Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin