VVellsWells, akşamüstü serinliğinde ürperdi. Acil iniş yapmalarından bu yana geçen birkaç saat içinde hava soğumuştu. İki tarafındaki Arkadyalı çocukların küçümseyici bakışla rını görmezden gelerek ateşe doğru yaklaştı. Hapisteyken her gece, Clarke ile Dünya'ya geldiğini düşleyerek uyu- yakalırdı. Fakat onunla birlikte merakla gezegene bakıp el
ele tutuşmak yerine bütün gününü yanmış erzakı ayırmak la ve Clarke'm onu gördüğü anda yüzünde beliren ifadeyi unutmaya çalışmakla geçirmişti.Kızın, kollarına atılmasını beklemiyordu elbette ancak hiçbir şey, onu Clarke'ın gözle rinden okunan katıksız nefrete hazırlayamazdı.
Wells'ten birkaç yaş küçük olan Waldenlı bir çocuk, et rafındaki çocuklar kıs kıs gülerken "Sence baban çoktan nallan dikmiş midir?" diye sordu.Wells, göğsünün sıkıştığını hissetse de soğukkanlılığını korumaya çalıştı. Bu küçük serserilerden bir-iki tanesi ni kolayca alt edebilirdi. Subaylık eğitimi sırasında aldığı yumruk yumruğa dövüş dersinde hiç yenilmeden şampiyon olmuştu. Ama o yalnızca bir kişiydi, onlar ise doksan beş;
Clarke'la birlikte doksan altı, ki kendisi şu an gezegende Wells'i en az seven insandı muhtemelen.
İniş gemisine bindirildikleri sırada, Glass'ı orada görme diği için canı sıkılmıştı. Clarke'tan kısa bir süre sonra Glass da hapse gönderilmişti. Wells, babasını ne kadar zorladıy- sa da onun ne yaptığını asla öğrenememişti. Onun neden göreve seçilmediğini bilmeyi isterdi. Kendisini Glass'ın
affedilmiş olabileceğine ikna etmeye çalışıyordu ama kız, büyük ihtimalle yakında gireceği on sekizinci yaşına gün sayıyordu. Bu düşünce, midesinin kasılmasına neden oldu.Cepleri, acil inişten sonra yaşanan çılgınca kargaşa sıra sında topladığı gıda paketleriyle dolup taşmış Arkadyalı bir çocuk, "Acaba Küçük Şansölye bütün yemeklerde ilk sı ranın kendisinde olduğunu mu düşünüyorlar?" diye sordu. Wells'in görebildiği kadarıyla yanlarındaki erzak, onlara bir ay bile yetmeyecek kadar azdı. İnsanlar buldukları her şeyi ceplerine atmaya devam ederlerse stoklan çabucak eri yebilirdi. Fakat bu doğru olamazdı; bir yerlerde bir konteyner olmalıydı. Enkazı ayıklamayı bitirdikten sonra mutlaka karşılanna çıkacaktı.
Alnında yara bulunan minik bir kız ise "Ya da yatağını onun için yapmamızı bekliyor mudur?" diyerek sınttı.
Wclls uçsuz bucaksız, koyu mavi gökyüzüne bakarak onları görmezden geldi. Gerçekten de şaşırtıcıydı. Daha önce gökyüzünün fotoğraflarını görmüş olmasına rağmen renklerin bu kadar canlı olabileceğini hiç hayal etmemişti.Nitrojen kristalleri ve kırılmış ışıktan daha elle tutulur bir şeyden oluşmayan mavi bir battaniyenin onu yıldızlar deni zinden ve bildiği tek dünyadan ayırdığını düşünmek garipti. Bu görüntüleri görecek kadar yaşayamayan üç çocuğu dü şününce göğsünde bir ağrı hissetti. Cesetleri, iniş gemisinin diğer tarafında yatıyordu.
"Yatak mı?" diye homurdandı çocuğun biri. "Burada nerede yatak bulabileceğimizi söyler misin?"
"Nerede uyuyacağız o zaman?" diye sordu yaralı kız. Aniden bir yatakhane beliriverecekmiş gibi etrafına bakı yordu.
Wells, boğazını temizledi. "Erzaklarımızın içinde çadır lar vardı. Sadece konteynerleri ayırmayı bitirip tüm parça lan toplamamız gerekiyor. Bu sırada birkaç gözcüyü su ara maya göndermeliyiz ki nereye kamp kuracağımızı bilelim."
Kız sağına soluna bakıp "Burası benim için uygun," di yerek diğerlerinin daha da fazla gülüşmesine neden oldu.
Wells, soğukkanlılığını korumaya çalıştı. "Olay şu ki, eğer bir akıntıya veya göle yakınsak kolayca..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
THE 100 [1.Kitap]
Science FictionOnlar Yalancı, Onlar Hırsız, Onlar Asi, Onlar Kahraman Onlar İnsanlığın Kaderini Belirleyecek 100 Genç... Yaşanan nükleer felaket dünyanın sonunu getirmiş, bu büyük felaketten sağ kurtulan insanlar 300 yıl boyunca Dünya'nın yörüngesindeki bir uzay g...