05.1

81 7 2
                                    

Yakıcı sabah güneş ışığı June'un yüzüne düştüğünde huzurlu rüya aleminden hayatın gerçekliğine doğru çekilmişti. Ağzında acı bir tat, şakaklarında sinsice kendini hissettiren bir ağrı vardı, dün gecenin yaşandığına dair kanıtlardı bunlar. June, bir an için yeniden uykuya dalmak ve gerçek hayattan bir süre daha soyutlanmak istedi. Hayatı başarısızlıklar ve hayal kırklıklarıyla dolu bir kuyuydu adeta ve gün geçtikçe bu kuyuda boğuluyordu.
Deniz manzaralı pencerenin kenarındaki kadife koltuğa bir kedi gibi sindi, dokunduğu her şeyi nasıl bir harabeye çevirdiğini düşünüyordu. Jamie kalbindeki tüm sevgiyi sömürmüş ardında kendisiyle düşman bir kadın bırakarak gitmişti. Evsizdi. En azından bir işi vardı, kendine itiraf etmekten kaçınsa da sevmediği bir işi... ''En azından kendime dürüstüm.'' diye geçirdi içinden. Tüm bu fırtınalı günlerden sonra karşısına çekici bir adam çıkmıştı ve mucize sayılabilecek şekilde onunla ilgileniyordu. Fakat o ne yapmıştı? Yıllardır içinde yaşayan, onu diri diri kemiren susturamadığı sese yenilmiş, adamın gidişini izlemişti. Sonra da midesinin alabileceğinden çok daha fazla içmişti. Beraber yaşayacakları günler bu denli sınırlıyken, varolan günleri de çar çur etmişti, en çok da bu üzüyordu onu. Midesi pişmanlık ve üzüntüyle kasıldı. Trent belki de onunla bir daha asla konuşmayacaktı- ki haklıydı.
Onun ellerinden bu kadar kolay kayıp gitmesine göz yumamazdı. Otel telefonunun yanında üzerinde otelin gösterişli amblemi olan bir tomar kağıt ve kaleme ilişti gözleri. Fikrini değiştirmeden önüne bir kağıt çekti ve yazmaya başladı. Kalemi durmaksızın yazıyor, içinde biriktirdiği kelimeler gün yüzüne çıkıyordu. Bitirdiğinde kağıdı dörde katlayıp zarfa koydu. Trent'e iletmesi için otel görevlisini çağırdı, görevli ona uzatılan zarfı yargılayıcı bakışlarla süzdükten sonra aldı. June bir anlığına adamın arkasından koşup mektubu paramparça etme isteğiyle doldu, gereksiz bir haraket miydi yaptığı? Belki de demode? Üzerine düşünmesine gerek yoktu çünkü mektup çoktan üçüncü kata ulaşmıştı.
-
Trent,
Saçma ve anlamsız davranışlarım için senden özür dilerim.  Kendime acımakla o kadar meşguldüm ki senin beni tüm samimiyetinle tanımaya çalıştığını göremedim. Hayat bana o hep hoyrat davrandı, bir kez olsun bana yaşanılabilir yanını gösterebileceğini beklemiyordum üstelik ben dipte debelendiğimi düşünürken. Ben korkağın tekiyim, öyle ki özürümü bile yüz yüze değil kağıt ve kalemin arkasına saklanmış vaziyette diliyorum.
Yoruldum, her şeyi en ince ayrıntısına kadar planlamaktan, geleceği düşünürken bu günü kaçırmaktan inan ki çok yoruldum. Bu yüzden aramızdaki bu şey neyse ve sen nasıl adlandırıyorsan yaşamaya hazırım. Sonunun nereye varacağının bir önemi yok, kalan bu dört günü yaşamak istiyorum sadece. Belki de hayatımda bir kez olsun kendi yarattığım bu kafesten özgür olmak istiyorum.

Julianne Laurent

Trent üstünde otelin logosu olan kağıdı aldığından beri defalarca okumuş her yeniden okuduğunda kalbinin üstünde keskin bir panik hissetmişti. Sonunda ayağa kalkacak gücü bulduğunda kağıdı gelişi güzel katlayıp cebine koydu ve odadan çıktı. June'un odasına yaklaştığı her adımda nabzının daha şiddetli attığını hissediyordu. Asansör düğmesine defalarca bastı ama asansör bulunduğu kata gelmeden aşağıya iniyordu. Küfür ederek hızla aşağıya indi.
Kapının açılması için bir kez vurması yeterli olmuştu, June geleceğini tahmin etmiş olmalıydı.
''Flört.'' dedi Trent, June kapıyı açtığı anda.
''Anlayamadım.''
''Mektupta aramızdaki şeyi ne olarak adlandırdığımı sormuştun.'' Karşı suitin kapısı gıcırtıyla açıldı ve içeriden Sasha'nın asistanı Breena ve June'un adını unuttuğu sarışın ve alımlı bir genç kadın çıktı. June onların yargılayıcı bakışlarını üzerinde hissediyordu.
''İçeri girsene.'' dedi June kapının eşiğinden çekilerek ''Oda biraz dağınık, kusura bakma. Toplamaya vaktim olmadı yalanını söyleyecektim ki vazgeçtim, enerjim yoktu.''
Gülümsedi Trent ''Önemi yok. Kamp zamanı daha beter otel odaları gördüm.''
June sabah uyandığında tek başına oturduğu kadife koltukta şimdi Trent'le oturuyordu, onun odasındaki varlığı kaynağını bilmediği bir güven hissettirmişti. ''Julianne adını görünce ilk önce kimden geldiğini anlayamadım.'' 
''Yazdıklarımı gülünç bulma ihtimaline karşı sonrasında yan çizebilme şansım olsun istedim.'' Bu doğruydu, zarfı otel görevlisine vermesinden hemen sonra yazdıklarından utanmıştı. Ruhunu açıkça ortaya koymaya alışık değildi, kendini uçurumun kenarında sendeliyor gibi hissetmişti. ''Hayır, hayır. Aksine bu kadar dürüst olman büyük bir cesaret. Güçlü olmanın erdem sayıldığı bu günlerde yaralarını dile getirmekten çekinmemen etkileyici.''
Hafifçe tebessüm etti June, ''Seni etkileyebildiğime sevindim.''  Trent June'a doğru uzanarak gerginlikten buz kesmiş ellerini avuçlarının içine aldı ''Beni bundan çok daha önce etkilemiştin zaten.'' June, Trent'in nefesini yüzünde hissedebiliyordu.
"Seni öpebilir miyim?" diye sordu Trent.
June cevap vermeden adamın dudaklarına yapıştı. Sakin başlayan bu öpüşme ilerledikçe hoyrat bir hal aldı, nefesleri birbirine karıştı. Trent'in soğuk eli yavaşça June'un elbisesinin altına doğru kaydı, parmakları genç kadının dantel külodunu da aşarak asıl ulaşmak istediği yere ulaştığında klitorisini okşadı sonra parmağını yavaşça içine soktu ve yavaş ritimle hareket ettirmeye başladı, June keyifle inledi.
"Sırılsıklamsın." dedi Trent öpücüklerinin arasından. Elini June'nun bacakları arasından çıkarınca, June hayal kırıklığıyla dudaklarını birbirlerinden ayırdı "Senin yüzünden." dedi "Seni öyle arzuluyorum ki." Bedenini adamın bedenine dahada yaklaştırdı ve kulağına doğru eğildi "Tanıştığımızdan beri hep içimde olduğunu hayal ettim." dedi fısıltıyla. Elini Trent'in pantolonu üzerinde gezdirmeye başladığında erkekliğinin büyüdüğünü hissediyordu.
"Seni içimde istiyorum." dedi yeniden "Lütfen."
"Şimdi olmaz." diye cevap verdi Trent zar zor, ciğerlerindeki nefesi gürültüyle dışarı verdi. "Lanet olsun" dedi dişlerinin arasından, biraz önce June'un bacakları arasında dolaşan eli yumruk halinde duvara dayalıydı. Bu ani değişim June'u korkuttu, merakla "Ne oldu?" diye sordu.
"June sana dürüst olmam gerekli en azından bunu sana borçluyum." dedi Trent. June'un korkusu yerini öfkeye bırakmıştı "Ne yani beni geri mi çeviriyorsun?" diye sordu sinirle, bir yandan da beline doğru toplanan elbisesini düzeltmeye çalışıyordu,  biraz önceki umarsız tavrı ışık hızıyla utança dönüşmüştü.
Trent ellerini saçlarının arasından geçirdi "Üzgünüm." June nasıl tepki vermesi gerektiğini bilmiyordu, üzgündü çünkü geri çevrilmişti ve bir kez daha kendini yetersiz hissetmişti. Öfkeliydi çünkü sahilde penisini yalarken zevkten kıvranan adam onu geri çevirmişti.
"June, bilmen gereken bir şey var." dedi Trent sesinde hem üzüntü hem de suçluluk duygusu vardı "Benim bir sevgilim var."

let me love you ❥ trent alexander-arnoldHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin