Lüks restaurantın gözlerden en uzak masasında oturan Trent sıkıntıyla telefonunun ekranına dokundu, June 20 dakika geç kalmıştı. Geçen her saniyede kızın buluşmaya gelmeyeceğine dair inancı kuvvetleniyordu, huzursuz şekilde oturduğu yerde kıpırdandı ve kapıya bu kadar uzak bir masa seçmesine lanet etti. June eğer gelmezse nasıl bir yol izleyeceğini düşünmeye başladı, nerede yaşadığını bilmiyordu, bu yüzden evine gidemezdi. Ortak tek arkadaşları Sasha'ydı ve June onun da mesajlarına cevap vermiyordu. Bir tek çalıştığı yeri biliyordu, en kötü ihtimalle June'u bulana kadar tüm kampüsü dolaşacaktı, evet bunu yapabilirdi. Garson yeniden yanında belirdi kırık bir ingilizceyle "Randevunuz gecikecek galiba, isterseniz size bir kadeh şarap getireyim." diye sordu sabırsızlıkla, müşterinin hiçbir şey sipariş vermeden saatlerdir masada oturması onu öfkelendirmişti. Trent yeniden telefonun ekranına baktı ve kafasını kaldırmadan "Şişeyi açalım lütfen." dedi. Bir şişe Sassicaia, June buna bayılacaktı...
Yarım dolu kadehinden büyük bir yudum aldı, restaurantın gürültüsü onu rahatsız etti. Kalabalıkların ortasında olmaya alışkındı, bundan rahatsızlık duymuyordu ama son zamanlarda biraz sakinliğe ve sessizliğe ihtiyacı olduğunu hissediyordu."Bensiz başlamışsın." dedi titrek bir kadın sesi, June heyecanını bastırmaya çalışmışsa da olmamıştı. Trent oturduğu yerden kalktı ve sarılmak için genç kadına doğru bir adım attı fakat June sadece elini uzatmakla yetindi. Trent June'un yumuşak elini sıkıca kavradı, June bu beklenmedik sahiplenişten ürkerek elini geri çekti ve ona ayrılan sandalyeye oturdu.
"Gelmeyeceksin diye düşünmeye başlamıştım." dedi Trent June'un kadehini doldururken, dakikalardır hissettiği gerginlik uçup gitmişti.
June kadehi alırken belli belirsiz şekilde teşekkür ettikten sonra "Gelmemeli miydim?" diye sordu.
"Hayır!" dedi Trent, sesi umduğundan da yüksek çıkmıştı "İyi ki geldin yoksa çalıştığın kampüste tek tek seni aramayı planlıyordum."
June bir anlığına Trent'i çaresizce eski okul kampüsünde onu ararken hayal etti, bu komik manzara onu güldürdü.
"Gülümsediğini görmek çok güzel." dedi Trent. Sessiz kaldı June, söyleyecek çok şeyi vardı ama zamanı değildi.
Garson siparişlerini almak için yeniden masalarına geldiğinde Trent İngilizce bilmeyen garsonla kısa bir savaşa girişmişti, ikisi de birbirini anlamıyordu. Trent'in can çekişmesini keyifle izleyen June en sonunda Trent'i bu durumdan kurtarmaya karar verdi. Menüye göz attıktan sonra garsona doğru döndü "Başlangıç olarak Carapaccio di Manzo. Ara sıcak olarak Beyaz trüf mantarlı risotto. Ana yemek olarak Barolo Fileto alalım. Teşekkürler." dedi gülümseyerek.
"Etkilendim."
"İnan bana etkileneceğin çok daha farklı yönlerim var."
"Tahmin edebiliyorum." dedi Trent onları ayıran masaya rağmen June'a doğru eğilerek devam etti "Ama o yönlerini keşfetmeme bile izin vermeden çekip gittin."
'İşte başlıyoruz!' diye geçirdi içinden June, yüzleşeceklerini biliyordu zaten en büyük arzusu buydu. 'Neden?' sorusuna bir cevap almak istiyordu 'Neden bana sevgilin olduğunu söylemedin? Neden bana bu kadar iyi davrandın? Neden? Neden? Neden?' Trent'in mesajını gördüğü günden beri içinde bu konuşmanın pratiğini yapmıştı, söyleyeceklerini tek tek planlamış, bir sıraya dizmişti.
"Sakın o konuyu açmadan sen konuşma yoksa kafana taktığını düşünür." demişti Este önceki gece.
"Kafama takıyorum zaten?"
"Ama o bunu bilmesin!"
Kafası karışık bir halde odasına geçmişti June, ilişkilerdeki bu akıl oyunlarına asla anlam veremiyordu. Eğer birini seviyorsa bunu göstermekten çekinmemeliydi ama neden herkes inatla tam tersini söylüyordu? İletişim bu kadar kolayken neden bu kadar zorlaştırıyorlardı?
Derin bir nefes aldı June, kendini ringte savaşmaya hazır bir gladyatör gibi hissediyordu "Çünkü bir sevgilin var Trent. Ne yapmamı bekliyordun?" dedi.
"Açıklamama izin verebilirdin!"
"Neyi? Benim için her şey gayet açık bir ilişkin var Trent."
Yaşananlardan sonra June korkarak da olsa Trent'in adını internette aratmıştı. Haber sitelerinde, forumlarda, sosyal medya uygulamalarında Trent hakkında bilmek istemeyeceği kadar çok şey çıkmıştı. Tek bir tuşla genç adamın tüm geçmişi ve yaşanmışlıkları önüne serilmişti, bu nasıl daha önce aklına gelmemişti? Yaşadığı nasıl bir körlüktü? Anna Harding. İşte Trent'in iki senedir beraber olduğu kadının adı buydu. June Anna'nın fotoğraflarına bakarken yüzünde bir kusur bulmayı umdu ama bu imkansızdı, genç kadının yüzü bir ressamın özenle çizdiği bir portre gibiydi. Anna. hakkında bilgi sınırlıydı, tüm haberler birbirinin aynıydı değişmeyen sadece iki cümle vardı; iyi bir aileden geliyordu ve Trent Alexander Arnold'un sevgilisiydi.
Trent histerik bir kahkaha attı "O zaman neden buradasın?"
June ilk öldürücü darbeyi aldığını fark etti ama yenilmeyecekti "Daha ne kadar alçalabileceğini görmek istedim." dedi düşünmeden.
"Bu senin için alçalmak mı?" diye sordu Trent, bir yandan eliyle masayı işaret ediyordu "Gerçekten bir şeyler hissettiğim kadının peşinden koşmak."
"Hayatında zaten biri varken evet, bu yaptığın alçakça."
"June senin en büyük sorunun ne biliyor musun? Dinlemiyorsun. İnsanlara kendilerini anlatmalarına izin vermiyorsun."
June elindeki çatal ve bıçağı sertçe tabağına bıraktı "Peki o halde anlat, dinliyorum. Şu anda tamamen sana odaklıyım, sen söylediklerini bitirene kadar ağzımı bile açmayacağım." dedi eliyle dudaklarını kitleme hareketi yaptı.
"Fazla uzatmayacağım," diye başladı Trent "Evet bir ilişkim var yani vardı. Anna ile tanıştığımda ona gerçekten aşıktım." durdu şarabından büyük bir yudum aldı "Onun da bana öyle olduğunu sanıyordum ama anlıyorum ki ilişkilere bakış açımız aynı değilmiş, o biraz daha özgürlüğüne düşkün biriydi, her konuda. Onun da isteğiyle ilişki yaşamaya başladık, bunun beni mutlu edeceğini düşündüm ama öyle olmadı. Düğünden önce ki hafta ilişkimizde son çırpınışları yaşıyorduk, bittiğine emindim zaten düğüne de bu yüzden tek geldim. Seninle ilişkimin bittiğine güvenerek yakınlaşmaya başladım."
June kendini tutamayarak "Ne değişti peki?" diye sordu.
"İlk yakınlaştığımız günün gecesi Anna aradı sanki bir şeyler olduğunu hissetmiş gibi... Kadın hisleri gerçek galiba." dedi gülerek, June'un da tepki vermesini beklemişti ama genç kadının mimikleri bile oynamadı. "Beni kaybetmek istemediğini ve yeniden denememiz gerektiğini söyledi. Kafam çok karışıktı June! Bir yanda yıpranmış geçmişim bir yanda da yeni bir sayfa olan sen..."
"Sende yıpranmış geçmişini tercih ettin ki bana itiraf ettin?"
"İtiraf sayılmazdı aslında... Eğer dinleseydin sana da anlatacaktım ama gitmen iyi oldu."
"Nasıl yani?" June'un kafası karışmıştı, Trent'in buraya kadar gelip onu randevuya çıkarması onu istemediğini söylemek için miydi yani?
"Karar vermemi daha da kolaylaştırdı. Neyi ve kimi istediğimi daha iyi gördüm."
"Neyi ve kimi istiyormuşsun Trent?" diye sordu June sabırsızlıkla, alacağı cevapla bu masadan ya canını çok yanan bir kadın olarak ya da mutlu bir kadın olarak kalkacaktı.
"İstediğim kadın şu anda karşımda oturuyor Julianne."

ŞİMDİ OKUDUĞUN
let me love you ❥ trent alexander-arnold
Fanfiction❝ June bunun aşk olmadığını biliyordu, kimse yeni tanıştığı birine bu kadar çabuk aşık olmazdı. Öyleyse neden yüreğinde durmadan kanayan bir yara varmış gibi hissediyordu? Hayır, bu aşk değildi. Son günlerde yaşadığı duygusal boşluğun onu sürükledi...