06

28 4 3
                                    

June kararsızlıkla ve mide ağrısıyla geçen iki günün sonunda Trent'e cevap yazma cesaretini bulmuştu. İçinde biriktirdiği çok şey vardı ama şimdilik iki kelime yeterliydi "Pekala, konuşalım." diye cevap yazdı. Mesaj iletildiği anda cevap gelmişti
"Yarın Milano'ya uçuyorum, sonraki gün Roma'da yanında olacağım."
June düşünmeden parmaklarının "Tamam." yazmasını izledi, telefonunu uçak moduna aldı ve yastığının altına koyup uyumaya ve Trent'i hayal etmemeye çalıştı.

══════════════════

"Julianne!" Profesör Lizonni'nin çatallı sesi, fakülte koridorunda yankılandı. June bıkkınlıkla yerinden kalkarken Marcus başını bilgisayar ekranından kaldırmadan "Bu gün kaçıncı?" diye sordu.
"Beşten sonra saymayı bıraktım."
"Ahmak bunak!"
"Kulaklarım gayet iyi duyuyor!" diye bağırdı Lizonni "Hala seni bekliyorum Julianne!"

June, Profesör Lizonni'nin yarı açık kapısını tıklatıp içeri girdi, yaşlı adamın ofisinin ağır kokusuna yıllardır alışamamıştı.
"Julianne, bana geçen sene bahar dönemi sınav kağıtları gerek." dedi Lizonni çekmecesinden bir dosya çıkarıp June'a doğru uzattı "Bunların da yarına kadar kontrol edilmesi ve notlandırılması gerek. Unutmadan! Notlarında sisteme girmersi gerekiyor, yaşlı gözlerim bilgisayar ekranını okuyamıyor."
June bıkkınlıkla ona uzanan dosyayı aldı "Sınav kağıtları üçüncü çekmecenizdeki kırmızı dosyada." dedi ofisten çıkarken.

Marcus bıraktığı gibi masasına oturuyordu "Yine ne iş kitledi?"
"Korktuğum gibi olmadı sadece okunacak sınav kağıtları."
"Bu adama fazla taviz veriyorsun, utanmasa yemeğini bile senin yedirtmeni isteyecek."
"Başka çarem yok, sahip olduğum tek iş bu."
"Ağırlığını koy biraz." dedi Marcus, şimdi June'a doğru dönmüştü, pencereden sızan akşam güneşi Marcus'un yeşil gözlerini daha da ortaya çıkarmıştı. June uzun zamandır beraber çalıştığı bu adamın ne kadar çekici olduğunu fark etmişti ama bunun bir önemi yoktu. June onu duymamazlıktan geldi ve önündeki işe odaklandı, gözü bilgisayar ekranındaki saate her kaydığında nabzı hızlanıyordu, sebebi belliydi geçen her dakika Trent'le görüşmesine bir adım daha yaklaşmak demekti. Trent ona bulaşacakları yeri ve saati göndermişti, June'un yemek yemeği asla düşünmeyeceği pahalılıkta bir restaurant. Kendine belli aralıklarla beklentiye girmemesi gerektiğini hatırlatıyordu, belki Trent ona yaşadıklarının sadece bir kaçamak olduğunu söyleyecekti ama bunun için buraya kadar gelir miydi? Aklında dolaşan sorulara cevap ararken saat çoktan 16:00 olmuştu, bu June için özgürlük demekti.

Eve dönerken her gün yaptığı gibi yolunu uzatmadı, kısa olan yoldan yürüdü. Apartmanın kapısına geldiğinde Trent'in yüzünün olduğu devasa reklam panosuna baktı "Lütfen beni üzme." diye fısıldadı.


Herkese yeniden merhaba! Normalde yazdığımdan daha kısa bir bölüm olduğunun farkındayım... Dürüst olmak gerekirse hedeflediğim okuyucu sayısına ulaşmadığı için bu kurguyu rafa kaldırmıştım. Ama görüyorum ki devamını merak eden yeni okuyucularım olmuş. 🩷 O yüzden bir kez daha şana vermek istedim. 
Her yorumun bizim için bir motivasyon ve güç olduğunu lütfen unutmayın, iyi okumalar

let me love you ❥ trent alexander-arnoldHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin