I. ɢɪʀɪş.

506 21 8
                                    

sᴜᴄ̧ʟᴜ.
_____
________
___________

Hücrenin soğuk, gri duvarlarına bakıyordum çöktüğüm bir köşeden. Hemen sağımda ufak bir bank vardı, oturur yatarız diye konulan. Orayı tercih etmemiştim. Bir hayvanı koysan duramayacağı bir yerdi. Bir hayvanı bağlasan durmazdı bu leş hücrede. Burada olmayı da ben kendime yakıştırmazdım.

Uyanalı kaç saat geçti bilmiyordum ancak en az üç dört saatin geçtiğini söylüyordu tahminlerim. Belki de erken denilecek bir saatte kalkmıştım. İşin doğrusu, günlerdir bir hücrede tutulunca zaman ve saat kavramını yitiriyordunuz.

Ayaklarım yere sabit, dizlerim iki yana aralık saatlerdir aynı pozisyonda duruyordum. Kafam arkamdaki gri, rütübetli duvara yaslıydı. Kısık gözlerim tek bir noktaya odaklanır gibiydi ancak bütün odayı defalarca taramıştım. Birkaç gündür aynı soluk duvarlarla bakışmak, aynı demir parmaklıkları izlemek işkence gibiydi. Öyle ki yer yer keşke kaçsaydım dedirtmişti burası bana.

Sonrasında durar ve çarpık bir şekilde kıvrılırdı dudaklarım. Kaçmak hiçbir şeyin çözümü olmazdı. Zira amacım da yakalanmaktı.

Demir parmaklıklara son bir kez bakıp başımı dizlerimin arasına doğru eğdim. Boynumdan sarkan metal zincir göz hizama geldiğinde kısaca baktım ona. Koyu irislerim hemen ardından aynı soğukluktaki zemine ilişti. Başka bir zaman olsa böyle bir zemine değmezdiniz bile, bir tarafınızın kirleneceğinden ürkerdiniz.

Pislik içinde büyüyen bir adam için bile fazlasıyla leşti burası.

Dudaklarım arasından sertçe soludum. Başım fena sikikti. Üzerimde ise, bir iki güne kalmadan çıkacağımın rahatlığı vardı. Bir hata değildi yaptığım, buradan çıkacağımı biliyordum; tıpkı içeriye alınacağımı bildiğim gibi.

Demir parmaklıklardan gelen ses ile ağır ağır kaldırdım kafamı. Gözlerimi diktim karşımdaki dört polise.

"Ayaz Ateş, bizimle geliyorsun."

Dudaklarım arasından tekrar solumuş, ağır ağır kalkmıştım ayağa. Demir kapının hemen önünde dikilen iki polise ilerledim aynı ağır adımlarla. Kelepçe bileklerime önden takıldığında gözlerimi bunu yapan polise dikmiştim bu kez. Hepsinde tek tek gezdirdim koyu irislerimi, uyuşukça baktım yüzlerine. Hücreden çıkartıldığımda aynı loş odalardan birisine götürülüyordum doğruca. Kollarım sertçe nefretle kavranmış, ittirilip duruyordum sanki yürüyemiyormuşum gibi.

Dudaklarımı aralayıp sivri dişlerimin arasından tekrar soludum siyah bir kapının önüne geldiğimizde. Kapı açıldı, bir sandalyeye ittirildim. Sonrasında karşımdaki diğer polisten çıkın emri duyuldu basitçe.

Gri duvarlar, soğuk fayansların üzerinde, yine bu soğuk odayı tamamlayan bir masa, karşılıklı iki sandalye, karşılıklı iki insan, masanın üzerinde kelepçelerin takılması için ayarlanan iki kalın zincir, tepemizde bu karanlık odayı aydınlatmak için konulan loş ışıklı bir lamba.

Bu kadar basitti işte bir sorgu odası.

Arkama yaslanmış, dudaklarım arasından aynı tarzda bir soluk bırakmıştım. Kelepçeli bileklerim, iki yana açık dizlerimin üzerinde duruyordu. Rahattım. Doğruca karşımdaki üniformalı polise baktım.

Genç, bebek yüzlü denilebilecek, sakalsız, ufak gösteren bir polisti. Gözleri çekikti. Beyaz yüzü loş ışığın altında parlıyordu. Sesini, çıkın, dediğinde duymuştum. Ne kadar sert de çıkartsa, yüz hatları o sertliğe kesinlikle uygun değildi. Sustu, sustu. Çekik gözleri benim üzerimde dolanırken onun da beni, mimiklerimi izleyip bir yargıda bulunmaya çalıştığını bir kör bile farkederdi. En sonunda dudaklarını ıslattı. Kasılan çenesi sert bir görünüm verse de, tedirgin olduğu her hâlinden anlaşılıyordu.

"Ayaz Ateş."

Sesindeki aynı ciddiyet yüz hatlarının yumuşaklığına uymazken çenemi kaldırdım biraz havaya. Kaşlarım havalanmış, söyleyeceği şeyi bekliyordum. Çenesi kasılıyordu. Ciddileştiği bu kez irislerine yansımıştı.

"Hangi suçlu suç mahalinde durup yakalanır ki? Bu ne acemilik?"

Bakışlarındaki küçümseme benimkilerle birleştiğinde, bir süre sessiz kaldık. Dudakları üste doğru kıvrılıyordu ve benim küçümsememle yarışıyordu. Çok değil, bir dakika belki bakıştık. Ancak o kadar uzun gelmişti ki bu, dudaklarımı ıslatmıştım.

Boy farkı da dahil, ona her şekilde üstten bakıyordum. Bu tavır beni içeriye sokabilirdi ama rahattım. Buradan çıkacaktım. Dudaklarım yine alayla kıvrıldığında, gözlerimi üzerinden ayırmadan konuştum bu kez.

"Haklısınız, kaçmalıydım. Eğer bir suçlu olsaydım."

SUÇLU (BxB) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin