"Esra'm şimdi biz bu konumu aldık da, ben evden çıkamıyorum onu ne yapacağız?" Birkaç saniye boş boş suratıma baktı ve ağzından hallederiz tarzı bir şeyler geveleyerek yataktan kalkıp gerindi. Odadan çıktığında lavaboda işi olduğunu tahmin etmiştim. Yatakta hâlâ uyumakta olan Emir'e bakıp derin bir nefes aldım ve artık uyanma vaktinin geldiğine karar verdim.
Usulca yanına yaklaştım ve elimle çenesini kavrayıp iki yana salladım.
"Emir, kalk hadi koçum. Hadi oğlum. Günaydın." Nefes alış verişleri saniyelik bile olsa sekteye uğramazken hiçbir uyanma belirtisi de yoktu.
"Emir, kalk artık." Yüzünü artık normal sayılmayacak bir hızda iki yana salladığım halde hâlâ uykusu bölünmüyordu çocuğun.
"Lan kalksana!" Gürültülü horultusu saniyelik olarak durulduğunda umutla yüzünü izlemeye başladım. Uyanıyordu belki?
Daha da gürültülü bir şekilde horultusu devam ettiğinde artık iki yanağını zarar vermeyecek şekilde tokatladım ve "Sinem seni soruyor Emir, geliyor bak şimdi." dedim. Anında gözleri fal taşı gibi açıldığında elimde olmadan gülmeye başlamıştım. Enayi. Üzücüydü aslında biraz da.
"Çağın gözünü seveyim yapma şöyle, ödüm koptu ya." O sırada odaya giren Esra'yla göz göze geldiğimde bana bakıp sırıttı ve bak şimdi napıyorum dercesine göz kırptı.
"Emir'im biliyor musun ödün koptuğunda kırk gün sonunda ölüyormuşsun." Benim de haberim olmayan bu bilgiyle ikimiz de tüm vücut olarak Esra'ya döndük. Emir artık uykusundan tamamen uyanmıştı. Seslice duyulabilecek bir şekilde yutkundu ve "Nasıl?" dedi.
"Bildiğin yavrum, ödüm koptu diyorsun ya. Ödün koptuğunda kırk günün sonunda ölürmüşsün yani. Bugünü not et de günlerini say derim."
"Öd kopabilen bir şey miydi ki?" Bıyık altından gülerken bir yandan da Emir'le göz göze gelmemeye çalışıyordum.
"Yoksa niye ödüm koptu desinler akıllı? Her sözün bir çıkışı vardır. Belki senin de ödün kopmuştur az önce. Tüh, yks'yi göremeden öleceksin." Esra'nın sözlerini dinlerken birden bacağıma inen tokatla inleyip elin sahibine baktım. Emir.
"Ya gerizekalı, niye ödümü koparıyorsun? Ya gerçekten ölürsem?" Salaklığına gözlerimi devirdim ve tişörtünden kavrayıp ayağa kaldırdım.
"Merak etme, ölmezsin daha. Kalk hadi de elini yüzünü yıka, maça gitmemiz lazım." Gözlerini birkaç kez çipil çipil kırpıştırdı ve kaşlarını çattı.
"Ne maçı?" Tüm olayı baştan sona Emir'e de anlattığımızda hepimizden daha da hevesliydi gitmek için. İşin içinde Sinem olunca aklı uçup gidiveriyordu bu çocuğun. Onlar hazırlıklarını tamamlarken ben de üstüme birkaç parça bir şeyler giyip evi yoklamaya karar verdim.
Babam bugün dışarı çıkacağını söylemişti. Eğer erkenden çıkarsa ben annemden her türlü izni koparırdım. Ama aynı zamanda Sinem'e de görünmeden yapmam gerekiyordu bunu. Çelik kapının sesini duyduğumda bugün hayırlı günümde olduğunu düşündüm ve pencereden arabaya binip giden babama baktım. Biri tamamdı.
Sinem'in hâlâ odasında olduğuna emin olduktan sonra parmak uçlarımda yürüyerek salonda televizyon izleyen annemin yanına vardım. Beni gördüğünde gülümsedi ve yanına geçip oturmamı bekledi. Ben de kocaman sırıttım ve yanındaki boşluğa sindim.
"Canım annem, sen bilirsin ben yalan söylemem. O şeytan kızın söyler ama. Babam anlamıyor bunu hiçbir türlü. Benim ödevim falan yok, derslerim gıcırında. Bugünlük çıkabilir miyim? Lütfen?" Birkaç saniye yüzüme baktıktan sonra çok da uğraşmak istemiyormuş gibi "Tamam, ne yaparsan yap. Sinem'e görünme." dedi ve televizyona geri döndü. Sürekli izlediği magazin programlarından biriydi yine herhalde. Yine de bir ihtimal fikrini değiştirebilir diye düşündüğüm için yanağına sulu bir öpücük kondurdum ve koşa koşa geri arkadaşlarımın yanına döndüm.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
assignment | bxb
Teen FictionÇağın kaybettiği bir iddia sonucu bir dönem boyunca okulun yıldız basketbol oyuncusu Burak'ın ödevlerini yapmak zorunda kalır.