İLKAY'IN RESTORANI

2 0 0
                                    



İlkay'ın deniz kenarında güzel bir restoranı vardı. Yaklaşık 5 yıldır burayı işletiyordu. Çalışanlar, müşteriler restorandan memnundu. Her şey yolunda gidiyordu fakat son zamanlarda tuhaflıklar oluyordu. Bir şey İlkay'ın dikkatinin çekti. Gün geçtikçe kilerdeki malzemeler eksiliyordu. İlkay, çalışanlarına güveniyordu. Onlar almış olamazdı. Bunun nedenini bulmalıydı.

İlkay, neler olduğunu anlamak için bir gece restoranda kaldı. Gece saat 3 gibi bir gürültü duydu. Birisi kapıyı açmaya çalışıyordu. İlkay, hemen bir çuvalın içine girdi. Çuvaldaki deliklerden ortalığı izliyordu. Anahtar deliğinden bir ahtapot kolu gözüktü. Ahtapot kapıyı açtı. Deniz atlarına binmiş 5 tane yunus balığı hızla kilere yöneldi. Arkalarından 4 tane kılıç balığı geliyordu. Kılıç balıkları keskin burunlarıyla marulları doğruyor patatesleri soyuyordu. 2 tane fok balığı yağ şişelerini getirdi. Arkada duran balinanın ağzına bütün yiyecekleri doldurdular. 8 tane martı tuzlukları, karabiberleri, kimyonları alıp balinanın ağzındaki yiyeceklere döktü. Yengeçler yerde kalan artıkları paspaslarla süpürüp ortalığı temizlerdiler. Istakozlar ise kıyıda köşede kalmış yağ lekelerini çıkardılar. Ön kapıda bekleyen iki tane dev köpekbalığı ıslık çaldı. Dışarıda polis arabası geziyordu. Bütün hayvanlar sessizce sıraya girip restoranın iskelesinden suya atladı, ortadan kayboldu. İlkay, olanlara inanamıyordu. Gördüklerini insanlara anlatsa kimse inanmazdı.

İlkay, ertesi gün işyerine geldiğinde garsonlara: "Istakozlar yağ lekelerini iyice çıkarmış mı?" diye sordu. Garsonlar bir şey anlamadı. "Patron ıstakozlar tertemiz, müşteri için hazırladık. Üstlerinde yağ lekeleri yok." dediler. İlkay, anahtarları güzel bir yere koyun, ahtapotlar almasın" diye çalışanları uyardı. Kapıda duran güvenlik görevlisine: "Köpek balıklarına dikkat et." deyince "Patron, biz geçen yıldan beri köpek kullanmıyoruz." diye yanıtladı görevli. İlkay, temizlikçi kadınlara: "Pas pası düzgün yapın, yengeç gibi, iki elinizi de kullanın, bir sağa bir sola." diye bağırdı. Temizlikçi kadınlar birbirlerine şaşkın şaşkın baktı. Aşçılara: "Marulları düzgün doğrayın, patatesleri güzel soyun." deyince çalışanlar İlkay'a bir şeyler olduğunu anladı. İlkay: "Yağları yere dökmeyin, fok balıkları gibi olun" diye bağırıyordu. Herkes şaşkınlıkla ona bakıyordu.

İlkay, geceleri gizlice restorana geliyor çuvalın içine giriyor ve denizden gelecek misafirleri bekliyordu. Misafirler sadece cuma günü geliyor, yemekleri yapıp balinanın ağzına doldurup denize dönüyorlardı. Ortalığı silip süpürüyorlar, hiç iz bırakmıyorlardı. Bazı cumaları penguenler de geliyordu. Penguenler, garsonluk yapıyor, siparişleri alıyordu. Bazı masalar hesabı ödeyemeyince bütün canlılar onlara su püskürtüyor, hep birlikte gülüyorlardı. Denizden gelen bu canlılar hiçbir sağlıksız ürünü tüketmiyordu. Kola, kızartma, hamburger, bonibon, şekerli besinler onların ilgisini çekmiyordu.

Restoran çalışanları, İlkay'ın tuhaf hallerine alışmıştı. Onun gizli bir derdi olduğunu bu yüzden garip davrandığını düşünüyorlardı. Yine de bir şey demiyorlardı, ne de olsa o patrondu. Bir gün müşterilerden biri hesabı ödemeyince, İlkay bir sürahi suyu müşterinin üstüne döktü. Önce herkes çok şaşırdı ama sonra bu davranış restoranda geleneğe dönüştü. Restorana gelen müşteriler eğer hesabı ödemezlerse kafalarından aşağı bir sürahi su döküleceğini biliyorlardı.

İlkay, bu gizemi çözmeye kararlıydı. Aklına bir fikir geldi. Bir yerden bir fok balığı kostümü buldu. Sırtına iki tane dalgıç tüpü taktı. Cuma gününü bekledi. Deniz canlıları yine aynı saatte geldiler. İlkay, çuvalın içinden çıkıp onların arasına karıştı. Deniz canlıları işlerini bitirince iskeleye doğru yürüdü. İlkay de onlara katıldı. Hep birlikte suya atladılar. On beş dakika kadar daldılar ve büyük bir kemerin altından geçip kayalık bir bölgeye geldiler. Kayaların üzerinde her türlü deniz canlısı vardı. Hepsi neşe ile dönüyor, suda dans ediyordu. Balina, ağındaki yiyecekleri bir kayanın üstüne döktü. Bütün canlılar sıra ile geliyor ve yiyeceklerden alıyordu. Manzara harika idi. Işıl ışıl deniz anaları, parlak inci midyeler, oyuncu yunuslar, köpek balıkları bir halka halinde yüzüyor ve karınlarını doyuruyordu. Herkes yemeğini bitirince küçük gruplar halinde sohbetler başladı. İlkay'ın yanına iki tane erkek fok balığı geldi. İlkay'ın kostümü dişi fok balığı olduğundan erkek fokların dikkatini çekiyordu. İlkay, bu durumdan nasıl kurtulacağını düşündü. Yemek dağıtılan taşa doğru yüzmeye kalkıştı ama iki tane erkek fok ona yiyecek getirdi. Bir tanesi onunla dans etmek için ısrar etti. İlkay gitmek istemedi. Erkek fok, İlkay'ın elini tutmaya çalışınca kostümün fermuarı açıldı ve İlkay orta yerde kalakaldı. Bütün deniz canlıları birden durdu. Hepsi İlkay'a bakıyordu. Yüzgeçleriyle, dokunaçlarıyla birbirlerine onu gösteriyorlardı. Bu insanoğlu, denizin altında ne arıyordu? Herkes şaşkınlık içindeydi. İki tane köpek balığı öne çıktı. İlkay'ı kollarından tutup bir mağaraya götürdüler. Mağarada bilge deniz anası kalıyordu. Kolları kocaman, mavi bir deniz anası. Deniz dalgasına benzeyen sesiyle: "Burada ne arıyorsun düşüncesiz kara insanı?" "Efendim ben bir restoran işletiyorum. Her Cuma deniz canlıları restoranıma gelip yemeklerimi götürüyor. Ben de onları takip ettim." "Anladım sen şu ünlü İlkay'sın." "Deniz altında bu kadar ünlü olduğumu bilmiyordum." "Evet, deniz canlıları senin restoranını seçti. Senin iyi bir insan olduğunu biliyoruz. Üzgünüz bunu yapmak zorundayız." "Neden bunu yapıyorsunuz sayın deniz anası?" "Yapmak zorundayız çünkü senin kasabanın zehirli suları bizim üstümüze dökülüyor. Bütün mercanlar ölüyor. Mercanlar ölünce yiyecek bulamıyoruz. Karada nasıl yeşillikler kara canlılarını besliyorsa, denizde de mercanlar deniz canlılarını besler." "Sayın deniz anası bunu ben halledebilirim." "Nasıl halledeceksin İlkay?" "İnsanları ikna ederim". "İnsanlar cahil, bencil ve çıkarcıdır. Sadece kendi çıkarlarına bakarlar." "Ben hallederim, merak etmeyin."

Bütün deniz canlıları İlkay'a veda etti. İki yunus balığı onu iskeleye kadar getirdi. İlkay, en kısa sürede bu kirliliği çözmesi gerektiğini biliyordu. Su altına cam fanus içinde bir restoran açmaya karar verdi. İnsanlar dalgıç elbisesi ile restorana gelecek sonra içi hava dolu büyük fanusa girip orada mercanları, balıkları ahtapotları, deniz analarını, balinaları, yengeçleri ve diğerlerini seyrederek yemeklerini yiyecekti. Dünyanın her yerinden insanlar buraya gelecek hem dalış yapacak hem de yemeklerini yiyecek böylece çok güzel vakit geçirecekti. Ama kasaba halkının yapması gereken bir şey vardı; denize kirli su boşaltmayı hemen kesmeleri gerekiyordu. İlkay, bu konuda bir kampanya başlattı. Toplanan paralar ile hemen bir kirli su artıma tesisi kuruldu. Artık denize temiz su dökülüyordu. İlkay'ın su altı restoranı çok ünlü oldu. Cuma günleri akvaryumda yemek yerken mercanları seyreden müşterilere, deniz canlıları türlü gösteriler yapıyor, onları eğlendiriyordu.

Restoranın girişini köpek balıkları koruyor, penguenler garsonluk yapıyor, kılıç balıkları yiyecekleri doğrayıp hazırlıyor, restoran kapandığında yengeçler ve istakozlar da yerleri siliyordu. Her şey çok güzel gidiyordu. Bu ünlü restoranı duyan on binlerce turist dünyanın her yerinden kasabaya doluyordu. İşler bir süre sonra ters gitmeye başladı. Kasaba aşırı kalabalıklaşmıştı. Her yer yine çöp olmuştu. Sular yine kirlenmeye başladı. Arıtma tesisi işe yaramaz oldu. Mercanlar eskisi kadar parlak değildi. İlkay ne yapacağını bilmiyordu. Bir süre sonra su altı restoranını kapatmak ve eski işine dönmek zorunda kaldı. Deniz canlıları da denizi terk edip uzak okyanuslara gitti. Bu olay İlkay'ı ve bütün kasabayı üzdü.

İlkay, eski işine geri dönmüştü. Günlerden bir gün kilere girdiğinde yiyeceklerin azaldığını gördü. Bu sefer deniz canlıları olamazdı. Onlar okyanuslara taşınmıştı. Gece olunca gizlice çuvala girdi. Kapıda tuhaf ışıklar belirdi. Uzun boylu, ince parmaklı, yeşil yeşil canlılar içeri girdi. Kendi aralarında konuşuyorlardı. "İyi ki Andromeda Galaksisinden ayrıldık da buraya geldik. Her yer çöp, pislik, nükleer atık oldu. Oralar çok bozuldu" Bir diğeri: "Burada karnımızı doyurabiliriz. Başka gezegende mülteci olduk vallahi." İlkay çuvaldan hızlıca çıktı ve onlara doğru bağırdı: "Sizin yeriniz, yurdunuz, ananız babanız yok mu? Elimde döner bıçağı var en kral uzaylıyı bile tanımam. Bulamadınız mı karnınızı doyuracak başka yer, benim restoranıma geliyorsunuz? Sizi dilim dilim doğrarım, Samanyolu Galaksisine dağıtırım. Gidin buradan" Uzaylılar çok korktu. İçlerinden biri "Dünyalıların bu kadar saldırgan ve sinirli olduğunu biliyordum. Hadi hemen gidelim buradan." dedi. Uzaylılar uçan dairelerine binip uzaklaştı. İlkay, artık emekli olma zamanının geldiğini düşünmeye başladı.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Jun 25 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

İlkay'ın RestoranıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin