Şehit Piyade Astsubay Çavuş Yusuf ATAŞ; Vasiyeti emir bilinen, emri gönülleri fetheden kimse. Gönlü bol, yüreği merhametle dolu olan.
"Bir pencere aralanır,
Bir bayrak dalganır,
Ve bir anne evladından
Bayrak inmesin diye ayrılır."
2.
"VATAN SAĞOLSUN"
Vatan uğruna döktüğümüz her damla kanının yine bu vatanın geleceğine can suyu olacağını bilmek, üzerimize yağan kurşunlara rağmen korkmadan o kayanın üzerinden kafamızı çıkarabilmemiz için tek tesellimizdi.Hayatımızda garantisi olan tek şey, sıktığımız her kurşunla bir bir ruhumuza veda eden yaşama hevesimiz ve kendi geleceğimize dair umudumuzdu. Hayat devam etse de; belki bazı vedalar sonsuzluğa el uzattığından, belki sonsuz olmasa bile geri döndüğünde geride bıraktığını paramparça olmuş bir halde bulacağından, devam etmek istemeyen bir biz vardık.
Ölüm vardı; Ölüm soğuktu, sessizdi, sinsiydi. Ölüm, sonu uçuruma çıkan bir yoldu ve her birimiz bilincindeydik o yolun üzerinde kalbimizde hayal kırıkları, yüreğimizde can kırıkları, ruhumuza ise heves kırıklarıyla tereddütsüz adımlarla yürüdüğümüzün. Uçurumun sonu cennet miydi cehennem miydi bilmiyordum; bildiğim tek şey, o sonda varlığı tanıdık birilerinin bizi bekliyor olmasının, o ince ve tuzaklarla dolu yolu daha katlanılabilir kılmasıydı. Hayat kendi yolunu bulup su misali akıp gitse de, takıldığı bir anda kalıp hayatla devam etmek istemeyen bir biz vardık. O anda saklanmak, o anın koynunda nefeslenmek, o anda sonsuzluğa el uzatmak; kendi yoldunda akıp giden hayatın arkasından o andan çaresizce bakakalmak, peşinden gitmek istemek fakat o andaki yaşanmışlığa veda edemeyecek kadar aciz olmak; yaşadığım çaresizliğin bir tarfi olsaydı kesinlikle bu olurdu.
O andaydım çünkü tam olarak bu noktada. Hatırladıkça zihnimi zincirlere vuracak, ruhumu ölüm uçurumundan defalarca itip tutacak, hayatın akışına ayak uydurup geleceğe doğru ne kadar adım atarsam atayım bir parçamın hep orada kalacağı bir anın içinde yolumu bulmaya çalışıyordum günlerdir.
Fatih Karakuşun şehit nöbeti.
Arkasına dahi bakmadan kaçıp gitmek istiyorsa bir yerden insan, hafızasından silmek istiyorsa bir ânı fakat olduğu yere mıhlanan ayaklarına söz geçiremiyorsa, kalbindeki acının iradesine attığı kör düğüm ayaklarına dolanacak kadar uzuyorsa, teslim oluyorsa iradesine ve sessizce boyun eğiyorsa kaderine; asıl derdinin kaçmak değil kalmak olduğunu kendine dahi itiraf edemeyişiyle yüzleşmek için, ânın kendisini içine çekip yüzleşme cesaretini damarlarına aşılamasına izin vermesi gerekir.
Eteklerindeki taşlardan kurtulup hayattan hızlı olmak için taşlardan değil, ruhuna bıraktığı ağırlıklardan kurtulman gerekir. Yavaşlatan taşlar değil, taşlara yüklediğin anlamlar.
Ölüm sessiz ve sinsi dedim bir önceki paragrafta. Soluğunu ensende, varlığını bir nefes uzağında hissettirdiği ana dek yıllar sonrasının hayalini kurmana izin verecek kadar acımasız da aynı zamanda. Ikinci şansı vermeyecek kadar vicdansız.
Orada hayatımda ilk defa Fatih Karakuşla birlikte öldüm; onu gömdüler, küreği benim elime verdiler.
O uçurumdan sayısız dafa itip tuttu beni kanımda hissettiğim çaresizlik dalga geçer gibi, defarca gördüm uçurumun sonundaki beni bekleyen o varlığı tanıdık insanı, defalarca gerçekten düşmeyi geçirdim içimden fakat ölmedim çünkü acı yüreğine ne kadar ızdırap verirse versin kalbi durdurmuyor.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SİLAHSIZ
ActionBuzdan duvarlar örmemişti Sahra etrafına, ateşten teller çekmişti. Alevler vardı her yanında; tenine mühürlenmiş ihanetler, kulağına kazınmış yalanlar, boynuna dolanmış pişmanlıklar... Şeytana dokunan yanardı, ona dokunan kül olurdu. Yaklaşan yana...