Parkta tek başına kalınca herzamanki gibi derin düşüncelere daldı. Korktup kaçtığı şey onu tesiri altına almaya başlamadan ayrılmak istedi ordan... napacak, nereye gidicektiki. Ne zaman birşeylerden kaçsa hemen yakalanırdı. Çocukkende böyleydi bu. Ebelemecede hep kötü oynar saklambaç oyunuda da bir hayli rezil rüsva idi.
Cesaretini toplayıp kaçmaktan korktuğu şeyin peşine düştü. Önce bir demet papatya aldıktan sonra düştü mezarlığın yoluna.
Korkuyordu, Ne yapacağını bilmemek korkutuyordu aslinda ahmeti. Uykusuzluğun insan üstündeki etkisinin ne kadar önemli rol oynadığını tarif edebilir ama anlatamazdı. Büyük uykusuzluklar geçiren bir insan; pimi çekilmiş bomba gibidir. Mezarlığa yaklaştıkça heyecanı artmaktaydı. Geri dönmeyi düşündü ama artık çok geçti hersey için. Oraya gidilip o hesap sorulacaktı.
-deliriyorum galiba. Evet aklımı yitiriyorum.
Dedi kendi kendine.
Bir grubun yanından geçerken ağlama seslerini duymamak için ne kadar hızlı hareket etmeye çalışsada ayakları onu yavaşlatıyordu. Duygusal düşunmekten orada çalışan görevlileri bile farketmedi. Derin derin nefes talimleri yapıp heyecanını bastırmaya çalışıyordu. Gelmişti mezarin başına. Mezar Tanınmaz halde, toprağin üstü garip otlarla dolu, mezar taşının tahtasındaki yazılar solmuştu.
Gozlerini mezara dikip uzun bir müddet sinirle baktı.
Zehraydı. Mezarin altindaki.
Zehrasıydı.....
Diz çöküp çiçeği mezarin başına bıraktı.
-Affet beni! diyebildi sadece.
Üç sene önce ölen karısının mezar ziyaretine yeni gelen bir insan başka ne diyebilirdi ki ?
Kelimelerin anlamını yitirmesinin zorluğu çekiyordu.
Ağlamamak için o kadar sıkmıştı ki kendini dudakları titremeye başladı. Küçük bir çocuğun ağlamaktan korktup dudaklarına hakim olamaması gibiydi.
Üşüyordu....
Temmuz ayında üşümek acı verir insana.
Daha fazla dayanamayıp mezarın başındaki tahtaya kafasını koyup hüngür hüngür ağlamaya başladı.
-Neden gittin karıcım! neden!
-niye yanlız bıraktın beni! Diyip.
Bırakti kendini mezara.
Duygularını kontrol edemiyordu. Birikmişliğin verdiği acı tarif edilemez. İçinde biriktirdiği acıları yağmur yağar sel olurcasına boşalttıktan sonra gozlerini açabildi.
Utanç icinde buldu kendini. Dünyalardan çok sevdiği biricik karısının mezarı harabe içindeydi. Ceketini çıkarıp ağlaya ağlaya toprağın üstündeki otları temizlemeye başladı.
-yakıştımı sana bu! Beni bu köhne dünyada tek başıma bırakıp kaçmak oldumu? Zehra hanım.
Dedikten sonra arkadan bir ses yükseldi.
-ölülerden hesap sorulmaz!
Arkasina bakinca yaşlı adamı gördü. İçinden
-Nerden çikti bu yine! dedikten sonra adama dönüp
-Benimi takip ediyorsun sen?
-seni niye takip edeyim evladim!
-git! Yanliz bırak beni. Hem bu arada işimede karişma hesap sorarım sormam seni ilgilendirmez.
-kim bu annen mi?
-hayır. Karim! Dedi.
-gücün kadınlara mı yetiyor sersem! Diyince ahmet ağzını açmadan tek kelime etmeden başını yere eğdi gözleri dolu bir şekilde ağlamaya devam etti.
Bunu gören emekli komutan duygusallığını saklayamayıp elini ahmetin omzuna koyup.
-gel evlat biraz dertleşelim seninle. Diyip ahmet'i kaldirip koluna girdi.
Mezarliktan yavaş yavaş çıktilar önce bir çeşmeye ugrayıp ahmetin üstünü temizledikten sonra oturacak bir ağaç gölgesi aradılar. Cebinden bir mendil çikarıp ahmet'e uzattı.
-saolun komutanım! Dedi ahmet.
-komutanım mı ? Ne komutanı, ben gorevi birakalı cok oldu.
-olsun bundan sonra siz benim komutanımsınız.
-o zaman emirlerimi yerine getir evlat!
-iyide bana emir filan vermediniz ki.
-bundan sonra vericem. Diyip oturdular serin bir ağacın dibine.
Ahmet yaslı adamdan çok etkilenmişti onu adeta babası gibi koruyor ve ona nasihatler veriyordu. Kim birine yada tanımadığı bir insana çikarı olmadan boyle yardım ederdi.
Hiçbir karşılık beklemeden birine yardim etmek aptallik gibi geldi ahmet'e amacı neydi bu ihtiyarin.
Kendi dertleri yetmez birde benim gibi saçma biriyle uğraşmayı göze aliyor.
Bu insan her kimse iyi biriydi.
Komutan cebinden kırmızı filtre sigara çikarıp eski zibbo çakmağıyla yaktıktan sonra ahmet'e uzatıp...
-biz kader arkadaşıyiz artik seninle evlat!
Anlat hikayeni seni dinliyorum. Dedi.........