"Dur bakalım, doğru mu anladım konuşalım şunu. Şimdi sen İstanbul ve Ekin'i de alarak kuzeydeki toplanma yerimize mi götüreceksin?" dedi Pars inanmaz gözlerle bana bakarken.
Sessiz kalıp, ona sadece kafamı salladım. Gözleri genişlerken omzuma sertçe vurarak, "Sen kafayı mı yedin? Gidip gelmesi 1 aydan fazla sürdüğü için orasıyla yılda birkaç kez konuşuyoruz sadece. Yanında bir kadın ve 14 yaşındaki bir çocukla daha zor olacaktır!" diye bağırmıştı.
Gözlerimi kapatıp, derin bir nefes aldıktan sonra elimin tersiyle onun elini itip, "Başka önerin var mı Pars? Onları öylece o adama veremem, burada kalırsak da, diğer insanları tehlikeye atarız." diyerek karşılık vermiştim ben de.
Birkaç kez daha ağzını açıp, geri kapattı fakat bir şey çıkmamıştı. O da benim haklı olduğumu biliyordu. Evet o da haklıydı, oraya gitmek uzun ve tehlikeli bir süreçti ama başka şansım yoktu. İstanbul'a söz verdiysem, tutmak zorundaydım.
Orası buraya uzak ve daha güvenli. Adam onların buraya hiç gelmediklerini öğrenirse daha iyi bir durumda oluruz en azından.
Pars bir süre sonra, "Babanla konuş en azından. Hem ben de seninle gelirim." dedi gülümseyerek.
Ona bakıp, "Pars, bu tehlikeli. Seni de buna sürüklemek istemiyorum." dedim.
Fakat o tekrardan omzuma elinin tersiyle vurarken, "İyice saçmaladın. Seni yalnız başına bırakmayacağımı sen zaten biliyorsun. Burada durup, öylece uzun süre dönmeni bekleyecek değilim." dedi.
Ona memnun bir gülümseme sunarak, "Teşekkür ederim Pars, gerçekten." dedim.
O da gülümseyerek, "Kardeşim benim." diyerek bana sarılmıştı. Ona sıkıca sarılırken düşünmeye devam ettim.
Buradan kuzeye gittiğimizde işlee daha kötü bir hal alacaktı. Havalar soğumaya başlıyordu. Kış geldi gelecek. Gideceğimiz yol boyunca neler olacağı da mehçul. Zombi meselesi ile birlikte soğuk havalar işimizi daha da zorlaştıracak. Küçük bir kız soğuk havaya ne kadar dayanabilirdi? Arabanın benzini biterse? Ya kaza yaparsak?
Tüm bu düşünceler kafamı eziyordu resmen. Aynı zamanda Pars da bizimle geliyordu. Ya yolculukta ona bir şey olursa? Her konuda bir sürü kötü olasılık vardı. İki ucu boklu değnek dedikleri bu olsa gerek.
Derin bir nefes alıp geri çekilirken, "Hadi gidelim, babamla konuşmamız gerek." dedim.
O da kafasını sallayarak benim peşime takılmıştı. Şimdi bir yığın azar işitecektim. Sana onları buraya alma demiştim, bak başımızı derde soktular, bak hepsi yüzünden falan da filan da. Ehh, gerçekten neden tüm bunlar benim başıma geliyordu ki? Ne güzel orada burada koşturarak hayatımı sürüp gidiyordum.
Babamların avdan dönmüş olması gerekiyordu şimdiye. O yüzden adımlarımı hızlandırdım. Bugün Selin ablaya İstanbul'un ve Ekin'in evde olacağını söylemiştim. Bu yüzden onun gelmesini beklemiyordu. Nedenini sormak istiyor gibi dursa da, sormamıştı. İyi ki de sormadı çünkü verecek bir cevap bulamazdım o anda.
Babam yaşıtı olan Akif ve Hasan amcayla bir şeyler konuşarak ilerliyorlardı. Pars'la ben de onlara doğru gidiyorduk. Önlerinde durduğumuzda konuşma durmuştu.
Babam ikimize baktığında ben, "Konuşmamız gerek." dedim.
Tek kaşını kaldırarak, "Önemli mi?" diye sormuştu.
Kafamı sallayıp, "Önemli." dedim ona. Bir süre yüzüme baktıktan sonra Akif ve Hasan amcaya kafa sallayıp diğer tarafa ilerlemeye başlamıştı. Ben ve Pars da onun peşine takılmıştık.