"İzmir." Birinin beni dürtmesiyle uyandım. Kalkmak isterken ağrıyan sırtımla boğuk bir inleme kaçtı ağzımdan. Gözlerimi açarak etrafa baktım. Salondaydım. Ah doğru ya, koltukta uyumuştum.
Yanımda duran Ekin'i gördüğümde nedensizce vücuduma rahatlık yayılmıştı. Sanki onun zombiye dönüşmesini istemiyor gibiydim. Ama doğrusu, umrumda bile değildi.
"Rahat uyudun mu?" Diye dalga geçti mutfak tarafına ilerlerken. Koltukta oturur bir vaziyet alırken elimi yüzümde gezdirdim.
"Ya, ne demezsin." Diye mırıldandım. Gülerek annesinin yanına gitti. Burnuma gelen güzel kokuyla artık beynim gerçekten uyanmıştı.
"Ne kokusu bu?" Diye sordum oturduğum yerden kalkarken. Yanlarına ilerleyerek Ekin'in arkasında durarak İstanbul'un yaptığına baktım.
"Yumurta vardı, ben de omlet ve yanına krep yapmaya karar verdim."
İkisi ne alakaydı bilmiyorum ama güzel kokular geldiği için bir şey demedim. Sadece kafa salladım ve tabureleeden birine oturdum. Ekin yanımdan geçerek solda olan sandalyeye oturdu ve annesini izlemeye başladı.
"Uzun zamandır böyle güzel kokular almıyormuşsun gibi." Ekin bana bakarak alayla konuştu. Bayık gözlerle ona bakarken elimi yüzümde gezdirdim.
"Hayatta kalmaya çalışırken ne yediğini önemsemiyorsun." dedim ona bakarak. Keyifle omuz silkti ve annesine baktı.
"Güzel yemek yemek, hayatta kalmakla çelişir mi?" İstanbul'un yumuşak sesini duyduğumda ona baktım. Tavadaki krepi ters çevirerek diğer tarafının pişmesine dikkat etti.
"Bilmem, sadece ölmemeye çalışırken bunları umursamıyorsun." İkisi de bir şey demedi. Sadece sessiz durdular. Ekin benimle birlikte gelmekte olan kahvaltıyı bekliyordu.
"Kasaba, bir şey diyecek mi bize bu konuda?" Dün olan konuşmayı diyordu. Artık bir şey diyemezlerdi. Ekin gerçekten özel bir çocuktu ve bir zombi olmayacağı için ikisi de burada kalabilirdi. Ama babam fazla inatçı biriydi. Onlara bir ev vermeyeceğini söylediyse, vermeyecekti kesinlikle.
"Ne düşünüyorsun?" diye sordu Ekin. İstanbul omletleri ve krepleri eşit şekilde bölerek tabaklara ayırdı. Onun da gözleri Ekin ve benim aramda geziniyordu.
"Babam kesinlikle size bir ev vermeyecek. Bu yüzden ikiniz bir odada kalmak zorundasınız. Diğer odayı da ben alacağım."
Ekin ve İstanbul bir birilerine baktılar. Sonra ise iç çekerek bana döndüler. "Kalmamıza izin verdiğiniz için teşekkürler." İstanbul nazik bir sesle söyledi. Gülümseyerek kafa salladım ve önüme koyulan tabaktaki yemekleri gömmeye başladım. Gerçekten uzun zamandır böyle lezzetli bir şeyler yememiştim.
Sessiz bir şekilde yerken alacaklı gibi kapı çalmaya başlamıştı. Ağzıma atmak üzere olduğum lokmayı bırakarak masadan kalktım.
"Geldim." Kapıyı açmadan önce bağırdım. Gelen kişinin kim olduğunu biliyordum zaten. Sabahları beni rahatsız eden tek kişi vardı. Pars beyefendisi.
"Selam İzmir." Neşeli bir sesle tonuyla konuştu. Kapıdan çekildiğimde içeri girdi. Gözleri kenarda duran merdivenlere kaydı.
"Bizim yeğen dönüşmemiş ha." Aynı neşeyle içeri girerek ilerledi. Kaşlarım çatılırken kapıyı kapatıp ben de peşinden mutfağa ilerledim.
"Merhaba." Yemek yiyen Ekin ve İstanbul'u gördüğünde onları selamladı. İkisi de ona bakarak kafa salladılar.
"Güzel kokular geliyor." Gözlerini tabağıma diktiğinde gözlerimi devirerek onunla yan yana oturdum ve tabağı ortamıza yerleştirdim. İstanbul kenardaki çekmeceden bir tane çatal ve bıçak verdi ona.
"Dönüşmediğini görmek güzel. İkimizde kafana sıkıp anneni kapı dışarı etmek istemezdik." Ağzına kreplerden bir parça atarken çatalını sallayarak dedi.
Elimin tersiyle koluna vurdum ve gözlerimle sessiz bir şekilde yemeğini yemesini söyledim. Omuz silkerek dediğimi yapmaya başladı.
İtiraf etmek gerekirse Ekin'in zombi olmadığına ve İstanbul'u kovmak zorunda olmadığımıza fazlasıyla memnunum.
"Bence biz seni tıp kısmına değil mutfak kısmına geçirelim, çünkü uzun zamandır bu kadar lezzetli bir şey yememiştim." Pars kesinlikle haklıydı. Gerçekten harika olmuştu.
"Annem kesinlikle güzel yemek yapıyor." Ekin de ona katılarak söyledi.
Ben sessizce sadece yemeğimi yedim. Bitirdiğimizde İstanbul tabakları alarak masayı toparlamaya başladı. Pars neşeli bir şekilde bana çevrildi.
"Baban ne diyecek bu duruma acaba." Tek işi gücü buydu şimdilik. Babamı çok severdi ama bazen o da benim gibi ona gıcık oluyordu. Yani suç Pars'ta değil ki, babam cidden bazen insanı gıcık etmek için elinden geleni ardına koymuyordu.
"O zaman gidelim mi?" Ayağa kalktığında ben de kalktım.
"Hadi siz de gelin." Ekin'in kapşonundan tutarak söyledim. Kafa sallayarak ayaklandığında İstanbul da bizimle birlikte geldi. Evden çıktığımızda ilk önce etraftaki insanlar dönüp dönüp bize bakıyordu. Muhtemelen akşam Ekin'in zombi olup, bizi yemesini bekliyorlardı. Doğrusu, gece benim de aklıma gelmedi değil yani.
"Hadi." İstanbul da rahatsız bir şekilde kıpırdandığında kolundan tutarak ilerlemeye başladım. Ama bu bile insanların bize bakmasını engellemiyordu.
"İçeri girmeniz ya-" Murat silahını kaldırarak beni durdurmaya çalışsa da, namlunun ucunu elimin tersiyle ittim. Onu ne kadar sevmesem de, o da beni sevmese de, bir birimizi vurmayacağımızdan emindim.
"İçeride mi babam?" diye sordum ama cevap beklemeden içeri girdim çünkü o tüm gün burada olurdu. İçeri girdiğimde onu yavuklusu ile konuşurken gördüm.
"Merhaba." dedim onlara bakarak. Tamam, annemi pek tanımamıştım ama onun yanında bir kadın görmek hâlâ garip hissettiriyordu.
Selin abla güzel kadındı, nasıl babama baktı ben de bilmiyorum. Gerçi bizim adamın da bir gideri vardı.
"Merhaba canım." Selin abla tatlı bir ses tonuyla beni karşıladı. Ama Ömer beyimiz çatık kaşlarla bana bakıyordu.
"Çocuk doğru söylüyor, bağışıklığı var." Ekin'i göstererek söyledim. Bakışlarını benden Ekin'e çevirdi. Garip garip baktığı için Ekin korksa da, geri adım atmadı. Çocuklar her zaman cesur görünmek istemez mi zaten?
"Ne yapacaksın? Başka ev olmadığını söyledim sana." Vardı, sırf bana inadından veya daha iyi birileri gelir diye saklıyordu. Ama doktor şu anlık en büyük ihtiyacımızdı. Sevda abla ve Selin abla oldukça yaşlılardı. Sahada bize yardım edemezlerdi.
"Tamam, ben evimdeki boş odayı ona vereceğim. Sorun yok." Babam kaşlarını kaldırıp indirdi.
"Tamam." dedi sadece. Sadece tamam mı? Bu kadar mıydı? Canıma minnet başka bir şey deme yeterdi.
"Selin abla, sana da haber verildiği gibi İstanbul tıp okudu. Sen ona yardımcı olursun." Selin abla bana gülümsediğinde yanımdaki İstanbul'a baktım. Kafamı salladığımda benim yanımdan Selin ablanın yanına geçti.
"Ekin benimle olacak. Onunla işim var." İstanbul'u geride bırakırken Ekinle birlikte oradan ayrıldım.
"Nereye gidiyoruz?" diye sordu bana yetişmeye çalışırken. Adımlarını az da olsa yavaşlattım. Böylelikle bana kolayca yetişti.
"Bana hikayeyi baştan sona anlat."