Uzun bir yürüme seansının ardından sonunda yan yana duran birkaç evin önüne geldik. Kenan etrafa dikkatli bir şekilde bakarken biz biraz arkasında durup, arka taraftan zombi gelmesin diye bekliyorduk.
Kenan evin önüne geçti ve kapıya doğru ilerledi. Kapıya birkaç kere tıklayıp, "Hakan, orada mısın?" diye sordu yüksek olmayacak şekilde.
Zaten biraz daha bağırsa etraftaki zombileri üzerimize çekecekti. Pars ve ben Ekin ve İstanbul'un önünde durup, birbirimize baktık. Belki de buraya gelmemeliydik. Ama mecburduk. Ben ve Pars neyse de, Ekin bir çocuk ve dinlenmeye ihtiyacı var. İstanbul da bizim kadar dirençli değildi. Belli etmese de, o da fazlasıyla yorulmuştu. Yani, bu yere ihtiyacımız vardı.
Birkaç saniye sonunda kapı açıldı. İçeriden birisi koştu ve Kenan'a sıkıca sarıldı. Bakışlarım yumuşarken bu yapılı adam, "Beni korkuttun cidden. Sizi de kaybettiğimi sandım." diyerek ona daha sıkı sarılıyordu.
Geri çekildiklerinde Kenan, "İyiyiz ağabey. Ali ve diğerleri nerede?" diye sordu.
Bizde onlara doğru yaklaşırken Hakan isimli yapılı adam, "Sizi aramak için gittiler, bekle onları geri çağırayım." dedi ve telsizini çıkardı.
Cebinde telsiz olduğu için Pars'la birbirimize baktık. Biz bile telsizi zar zor bulmuştuk ve herkes kullanamıyordu. Şu an bizim üzerimizde bile yoktu.
Adam telsizden, "Aslı, Ali ve Mehmet yanında mı?" diye sordu.
Birkaç saniye sonra, "Evet baba, yanımdalar ikisi de. Amcamlar döndü mü eve?" diye sordu.
Hakan bizlere bakıp, "Evet döndüler, fakat yanlarında misafirler de var. Gelirken av yerine uğrayıp bir şeyler var mı diye bakın, tamam mı?" diye uyardı.
Tamam, bu daha çok hoşuma gitmeye başlamıştı. Doğru dürüst bir şeyler yemeyeli uzun zaman oluyordu.
Pars gülümseyerek kafasını bana çevirdiğinde gözlerimi bir kez kapatıp açarak ona sakin olmasını söyledim. Şu anlık bir sorun yoktu, fakat hâlâ güvenilir olup olmadıklarını bilmiyoruz. Pars ne demek istediğimi anlayarak kafasını salladı ve sakince onlara bakmaya başladı.
Kızı, "Tamam baba." diyerek telsizi kapattığında adam bize dönerek, "İçeri girelim ve sizinle daha rahat konuşalım, olur mu?" diye sordu.
Yanımda duran İstanbul ve Ekin'e baktım. Ekin annesinin elini tutarken bakışlarımı fark edip, bana dönmüştü. Onu rahatlatmak için küçük bir gülümseme sunduğumda bakışları yumuşamıştı.
Silahı ayağımdaki kabına geri koyarken, "Daha uygundur." dedim. Ayağa kalktım ve uzanıp İstanbul'un elinden tuttum. Bu hareketimle adamın bakışları ellerimizi bulmuştu.
Fakat oldukça sakin bir tavırla ona bakmaya devam ettiğimde gülümseyerek arkasını döndü ve eve gitmeye başladı. Sevda abla ve Eylül önden giderken biz de peşlerinden içeri girdik.
İçerisi temizdi. Muhtemelen bir sorun olduğunda kaçacak iki yerleşke seçmişlerdi. Oldukça mantıklı aslında. Adımlarımızı salon olduğunu tahmin ettiğim yere götürdük. Salon büyüklü küçüklü birkaç mumla aydınlatılıyordu.
Sabah saatleri olsa da pencereler ağaçlara taraf olduğu için genel olarak gün ışığı eve geçmiyordu. Bu da evi yazda serin, kışta soğuk yapıyordu, aynı zamanda da karanlık. Şu an yaz aylarının başındaydık, fakat istiladan sonra doğa dengesi değiştiği için havalar normalden daha sıcaktı. Ama evin içerisine adım attığınız anda soğuk hava sizi rahatlatıyordu.
Hakan bize, "Lütfen koltuklara oturun ben de size içecek bir şeyler getireceğim." dedi ve mutfağa doğru gitmeye başladı.
Sevda hanım oturmadan ellerini kızının omuzlarına koyup, "Biz dün geceden itibaren uyanığız ve korku içindeydik. Yukarıya çıkıp, biraz kestirsek olur mu?" diye sordu.