3

20 3 0
                                    

🌿Gecenin bir vaktinden selamlar. Olaylar baş göstermeye başladı arkadaşlar ben     bakıyorum ve bu iş oluyor diyorum. Hadi kolay gelsin bu kız kaçar! 


🌿


🌿


Ece gideli 2 gün olmuştu. İngiltere'den bir iş teklifi geldiğini ve gitmezse büyük bir fırsatı kaçıracağını ama istediğim zaman onu ziyarete gidebileceğimi hem gezmenin de bana iyi geleceğini söyleyip gitmişti. Ben de arkasından içtiğimiz çay bardaklarını ve boş şarap şişelerini toplayıp kendimi avutma konuşmaları yapmıştım. Ne de olsa artık çevremde beni avutabilecek tek bir insan kalmamıştı. Ece'yle oturduğumuz gece Deniz de birkaç kez telefonumu çaldırmıştı, onu bu sabah fark ediyordum. 3 gündür yanına uğramadığım için bir yerde aşırı dozdan öldüğümü ya da intihar ettiğimi düşünüyordu muhtemelen. Adımı her daim kısaltmadan söylemesinin hatırına 4 kez çaldırdım telefonunu, 5.'de açıldı. 

"Alo, Efedra her şey yolunda mı? İnan aklımı aldın, konuş da bir sesini duyayım mahvoldum kaç gündür." sesi normalden yorgun geliyordu, saate baktığımda saatin öğlen 12 olduğunu gördüm. Deniz için erken bir saatti daha. 

"İyiyim iyiyim merak etme, az işlerim vardı onları hallederken vakit bulamadım uğramaya" dedim olabildiğince keyifli bir sesle. Aslında keyifliydim, burayı sevmiştim. Ormanın içinde modern bir villada intikam çalışmaları yapıyordum, bu sıralar en büyük isteğim ve en koca hevesim de buydu zaten. Ece'yi özlemiştim, ama hayat bazen de böyleydi. Belki de artık ailemi kaybetmeye alışmıştım, öksüzlük bana koymuyordu artık o yüzdendir keyfimi bozamamıştı yalnızlık. 

"Gözlerim yaşardı Efedra! Nedir bu 'az işlerin' böyle? O kadar çırpınmalarımdan sonra en sonunda bana acıyıp işlerin olmasına mı karar verdin yoksa?" O kadar hevesli konuşuyordu ki suratımda büyük bir gülümsemeye sebep oldu enerjisi. 

"Bu gece geleceğim yanına, o zaman konuşuruz uzun uzun, şimdi kapatmam lazım."

"Tamamdır, eğer gelmezsen bozuşuruz" demişti yarı tehditkar alaycı bir sesle. 

Gülmeler eşliğinde kapattım ben de telefonu. 


***


Önümde kocaman bir duvar, duvarda kocaman bir mantar pano. Panonun üzerindeki resimlerle bakışıyorduk şimdi. Kendimi Sherlock gibi hissettiğim saatlerde ailemi öldürenler hakkında ufacık bir ipucu için çırpınıyordum. Yarın sabah aile evime gidecek ve oradan bir bilgi bulmadan dönmeyecektim. Düşüncesi bile boğazımı sıkarken cebimden enjektörü çıkarıp ilacı enjekte ettim. Hayır, bağımlı değildim elbette. Sadece şu an böyle olması gerekiyordu ve olmuştu işte. Bu sıralar uyuşturucuya ihtiyacım vardı ve buradaydılar. Ama en çok da aileme ihtiyacım vardı, gönül isterdi ki onlar da burada olsun.

Saat gece yarısına yaklaşırken bir çeşit ilaç üretmiştim. Bu, ürettiğim 4. çeşitti ve oldukça enteresan bir şeye benziyordu. Eğer yanılmıyorsam insanı öldürüyordu evet ama farklı bir ölümdü bu. Bütün organlarını tek tek, yavaş yavaş çürütüyordu. Hatta o kadar aheste hallediyordu ki işini ilk başta kurban hissetmiyordu bile..Sonrasında kurbanda sık tuvalete çıkma, kanlı ishal gibi küçük enfeksiyon belirtileri çıkıyordu. Doğal olarak hastaneye gittiğinde antibiyotik başlıyorlardı ama işin en keyifli kısmı şuydu ki kurban antibiyotiği mideye indirdiği an BOM.

Patlıyordu.

O gün annemle babamın kalbinden vuran silahın çıkardığı ses kadar gürültülü ve bir o kadar acı verici bir ölüm.

OPIUMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin