Ağırlık. Omuzlarımda, üzerimde, yüreğimde hissettiğim tek şey ağırlıktı. Omuzlandığım yük, benden kat be kat daha ağırdı çünkü.
İki ülkenin akıbetinin elinde olması, düşünüldüğü kadar kolay bir şey değildi. Herkes gözümün içine bakıyordu; erinden çavuşuna, çavuşundan yüzbaşısına, yüzbaşısından generallerine... Hepsi gözümün içine bakıyor, bir umutla başaracağıma inanıyorlardı.
Bende inanıyordum. İnancımı yitirmemiştim bir an dahi. Bu yüzden başım ve çenem dik, her zamanki sert adımlarla ilerliyordum. Gözükara olmak buydu çünkü.
Gözükara demek; savaşçı, kurtarıcı, demek. Artık bu demek. Çünkü insanlara Gözükara dendiğinde düşündükleri tek şey bu.
"Gözükara'm?"
Daldığım düşüncelerimin arasından sıyrılırken başımı çevirdim, annemle göz göze geldim. Bir gülümseme peyda oldu dudaklarımda. "Annem..." Bana doğru uzattığı elini tutup kendime çektiğimde aynı zariflik ve güzellikteki kadına sarıldım, yanağına öpücük bıraktım. "Dün gece evde değildin."
"Cengizhan çağırmıştı, ufak bir toplantı yaptı." Sarılmamızı yavaşça kestiğinde evin kapısını daha da araladı ve içeri girmem için işaret verdi. Ben içeri girdiğimde annem evdeki bir düğmeye bastı ve evdeki tüm cam ile kapılara aynı anda perde düştü. Birinin benim yüzümü görmemesi için annem özel olarak yaptırmıştı bu dizaynı. Ben evdeyken genelde kalın perdeler örtük olurdu.
Suratımdaki maskeyi çıkarttım, omzumda asılı silahı kanepeye bıraktım. Ben sadece güvendiğim insanların yanında silahımı tutmazdım. Sadece kalpten güvendiğim insanların.
"Yorgun musun oğlum?" diye sordu annem. "Kahve ister misin?"
"Yok annem, yorma kendini." Kendimi attığım koltuğun hemen yanını pat patladım. "Otur, sohbet edelim."
Yanıma oturduğunda hiç itiraz etmediğim, beni tüm sorunlarımdan ve dertlerimden beni uzaklaştırmak istediğinde yaptığı gibi dizine yatırdı, kısa saçlarımı okşamaya başladı. "Göreve ne zaman gideceksiniz? Tam tarihi oluşturdun mu?"
"Oluşturdum, iki güne yola çıkacağız." Kendime bir sigara yaktım. "Önce Iğdır'a gideceğiz. Oradan Nahçıvan'a geçip, kara yoluyla Kapan'dan geçerek Azerbaycan'a gireceğiz. Çoktan ekipleri ayarladım, Kapan'dan bizi alacak tim, Karabağ'a kadar bize eşlik edecek." Karabağ'da çıkan savaş, Azerbaycan'ın hava yolunu kapattığı için uçakla değil, oldukça uzun yolları karayla kat etmemiz gerekiyordu.
Annemin gözlerindeki ve duyamasam da yüreğindeki korkuyu görebiliyordum. Kahverengi gözlerinde, ben her göreve çıkacağım zaman oluşan endişe parıltısı vardı. "Gökberi'm, biriciğim, canımdan parçam..." Derin bir nefes aldı. "Karabağ her geçen gün daha da kana bulanıyor, Türkler ölüyor... Sen Gözükara'sın, basit bir Türk askeri olduğunu düşünmelerine rağmen adını şimdiden duymuşlar, hedefleri olacaksındır. Lütfen kendine dikkat et, düşmanını aşağı görüp gafil avlanma, tamam mı?"
1. yasa: Düşmanını aşağı görme.
Ona cesaret vermek amacıyla gülümsedim. "Tamam annem, tamam. Asıl sen sakin ol, oğluna biraz güven. Başımın çaresine bakabilirim."
"Timini de koru." diye ekledi hemen. "Onlar da en az senin kadar önemli kişiler. Biliyorum, grup işleri sana göre değil ve anlaşmazlık yaşıyorsun insanlarla ama koru onları, zarar görmesinler."
"Dört aptal," dedim yine rahatsız olurken. Şimdiye kadar tek başıma çalışmıştım, bu tim işi oldukça yorucu olacaktı hiç şüphesiz ki. "Biri, daha ere bağırmayı bilmeyen aptal, diğeri gözünün önünü göremeyen saf aşık, diğeri ciddi ve belki de aralarındaki en aklı başında olanı, diğeri ise asık suratlı bir yüzbaşı. Bir avuç avanağı önüme atıyorsunuz ve bir de onları korumamı istiyorsunuz."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MAVİ BERE | boyxboy
RomanceKader diye bir şey yoktu. Kader, asıl yönetimi bilmeyen insanları kandırmak için uydurulan rivayetten başka hiçbir şey değildi. Kimsesiz doğan çocuk, iki ülkeyi kurtarmak zorundaydı. Asker kimliğinin altında, o sadece kahramandı. 'Kaderi' buydu çünk...