Babamın bir odayı ayırdığı büyük kütüphanesinin ikinci rafında bir kitap vardı. Kırmızı kapaklı, kalın. Normalde tarih kitaplarıyla dolu kitaplığa gözüm bile değmezdi ama dikkatimi çekmişti. Çünkü oraya ait değildi.
Oğuz Atay, Tutunamayanlar. Sayfalarını hızlıca çevirirken altı çizili bir cümle gördüm. 'Kötü bir resim asarım korkusuyla hiç resim asmadım; kötü yaşarım korkusuyla hiç yaşamadım.' Sonra kitabı izinsiz aldım oturdum ortadaki eski deri koltuğa. Defalarca okudum o cümleyi.
Ben özgürlüğü olan kanatsız bir kuştum.
Hiçbir zaman etrafıma sınırlar çizen bir ailem olmamıştı. Ama ben sınırları kendim çizmiştim. Yirmi yedi yaşında doğduğu şehirden bir adım bile atmamış, ailesinden bir milim bile uzaklaşamamış korkak biriydim.
Önümdeki bilgisayarı hafifçe kapatıp geriye yaslandım. İnsanların sevinçten havalara uçacağı bir habere derbeder olmakta tam bana yakışır bir hareketti zaten.
Ben Gülce Nil Özgün. İzmir Alsancak'ta aşığı olduğum kordonu gören küçük bir evde, teyzemle büyümüştüm. Annemi yıllar önce kaybetmiş babayı ise hiç tanımamıştım. İzinsiz ve habersiz bir çocuk olduğum için istenmemiş, hatta sahip bile çıkılmamıştım. Ta ki annem ölene kadar. Benim 10, teyzemin ise 18 yaşlarına denk geliyordu o dönem. Kimsenin yapmadığını yapmıştı. Daha kendine bike yetmeyen cesaretiyle beni alıp büyütmüştü.
Gözlerim asılı saate kaydığında dudağımda hafif bir tebessüm oldu. Ayaklandım ve çıplak ayaklarımla koridorun sonundaki odaya yürüdüm. Kapıyı yavaşça araladım. Yatakta dağılmış, ağzı yarı açık, sarı saçları birbirine girmiş şekilde yatan teyzeme gülümsedim. Hafif gerileyip koşarak üzerine atladım.
"Ah!" Diye inlediğinde gülüşüm çoğaldı. "Kalk üzerimden yolmuyum seni." Diye bir tehdit savurdu. "Saat kaç? Güneş neden bu kadar parlak? Hayat neden bu kadar berbat?" Onun kafiyeli isyanına karşılık az daha sokuldum.
"Dışarıda kahvaltı mı etsek?" Diye çıkan sesimle başını hemen yastıktan kaldırdı. Bir süre yüzüme baktı. Bir sorun vardı ve bu ortaydı. Anlardı. Nefes alışverişimden bile ne hissettiğimi anlardı. "Bakma öyle Leyla hanım." Dedim yataktan kalkarken. "10 dakikaya hazır olursan hesap benden."
Evden hazırlanıp çıkmamız neredeyse bir saati bulmuştu. Sakin ama bizim için özel bir yere geldiğimizde kıyıdaki masalara oturduk. Menüden rastgele bir şeyler isterken titreyen bacağıma engel olamadım.
"Germe beni Gülce." Dedi teyzem gözündeki gözlüğü saçına sabitlerken.
Geriye yaslandım. Güzel bir İzmir günüydü. Güneş denize yansıyor, dalgalar kayalıkları okşuyordu. Şehrime aşıktım.
Kahvaltı önümüze koyulduktan sonra önümdeki gevrekten bir parça ağzıma attım. "Teyzoşum." Evet berbat bir giriş oluyordu. Teyzemin bu hayatta hayır diyemeyeceği nadir şeyler vardı. Arabası, ben, yemek ve kaliteli bir içki... "Akşam biraz kafa mı dağıtsak?"
"Bana bak sen." Bal sürdüğü ekmeği ağzına atıp bakışlarını kaldırdı. "Gittiğin yollarda benim izlerim var çiçeğim. Ne söyleyeceksen söyle."
Pes edip bütün nefesimi dışarı verdim. "Trabzon'da köklü ve çok yetkili bir şirkette açık pozisyon için başvurdum. Kabul edileceğimi hiç düşünmedim. Sonuçta 3700 kişi başvuru yapmış. Nasıl onca insan için seçildim bilmiyorum. Sabah görüşmeye çağrıldığım bir mail aldım. Yanlış anlama zorunlu değil. Sonuçta ben olmazsam başkası." Masadaki parmaklarımdan başka yere bakmıyordum. "Yani buradaki işimde gayet iyi ama olduğum yerde sekiyorum. Ama uzak işte. Bilmediğimiz bir yer. Eğer yok dersen anlarım. Gerçekten benim için-"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ORTADA BULUŞALIM
Humorbir mahalle masalı... Topuk sesi ile metreler öteden farkedilen, rujsuz dışarıya adım atmayan, bütün maaşını çantalarına yatıran Gülce Nil Özgün. Hayatını mesleğine adamış, inadından taş çatlatan, tek tutkusu arabası ve tuttuğu takım olan Cihangir T...