8. bölüm sonu ile 9. bölüm başı biraz uyumsuz oldu arkadaşlar, en kısa zamanda düzeltmeye çalışacağım. İyi okumalar :D
Drew sorgulayan gözlerle yüzüme bakarken, gözlerim çatılmış kaşlarıyla kanlı çenesi arasında turluyordu. Tırnaklarımı avuçlarıma geçirmiştim. Kendimce yasağa meyilli tarafımı ikaz etmeye çalışıyordum fakat ayaklarım durmak ya da durmamak noktasında pranglarını kırmış arsız bir köle misali isteğimin dışında hareket ediyordu.
Dizginleyemediğim ve içimde kabararak ciğerlerimi sıkıştıran bu hissin sadece açlık olmadığını seziyordum, açlık adı altında hiç bir şey böylesine arzulanamazdı.
Sussuzluk muydu peki? Hayır. Yaşadığım bu şey, ne açlıkta ne sussuzlukta yer buluyordu. Adressiz, kayıp bir histi. Daha önce yaşamadığım, kıvrandıran, çürüten...Canavarlaşan benliğimin ilk oyunları başlamış, tatminkarlık ile doyumsuzluk savaşı için zarlar atılmıştı. İlk defa üçüncü şahıs ya da yan karakter değildim, hikaye bizzat benim üzerime kuruluydu. Yaşıyordum.
Uzun zamandır hissetmediğim kadar yaşadığımı hissediyordum. Bir saniye, yaşıyor muydum? Yoksa bir ceset miydim, ayaklı bir ceset? Sahi ayaklarım var mıydı? Sanki ayağımın altındaki yer kayıyordu, kanatlarım mı çıkmıştı?Drew ile aramdaki mesafeyi kapatırken, çürüyen dudaklarımdan bir deri parçası kopardım ve yuttum. Akreple yelkovan yavaşlık yarışına girmiş olmalıydılar, zira zaman şimdi her zamankinden daha merhemetsizce akıyordu. Terlemiştim, ensemden kayarak omurgamı dolaşan tuzlu sıvıyı hissedebiliyordum. Ve nihayet kilometreler gibi gelen birkaç metre bitmişti, ona artık daha yakındım.
Bir damla kan irademi cansız bir kukla gibi ele alarak tüm bedenimi alt etmişti. Onu yine tadarsam bir daha asla nefes alamayacağımı düşünüyordum. Bu önemli miydi, şimdi hayır.
Dizlerimi hafifçe kırarak Drew'in hemen yanına çömeldim. Tepkisizdi. Soğuktu. En az ellerim kadar buz tutmuştu. Uyuşan elimi havaya kaldırdım ve birkaç saniye öylece durdum, dokunursam erirdim. Çünkü kan, artık benim zaafımdı, insanları tüketen hep zaaflar değil miydi?
Galiba bir insan olmadığıma alışamayacaktım.
Havaya kaldırdığım sol elimi, Drew'in kadifemsi teniyle örtülmüş elmacık kemiğine değdirirken, sağ elimi onun çenesine getirdim ve baş parmağımla çenesindeki kanı süpürdüm. Yok olmanın eşiğinde Drew'in şaşkın bakışlarını yüzümde hissetsem de ona bakmamayı sürdürüyordum. Çünkü baktığım an pişman olacağımı biliyordum.
Kokusuyla beni başatan çıkaran kanın, kırmızıya boyadığı parmağımı ağır hareketlerle ağzıma götürdüm ve iki dişimin arasına yerleştirerek emdim. Bugüne kadar yediğim tüm yemekleri unutturan bu tat gözlerimi ağırlaştırmıştı. Zaman işte tam bu anda durmalıydı, bir daha hiç akmamak üzere...
Göz kapaklarım yavaşça aşağıya doğru sinerken parmağımı ağzımdandan çektim ve yutkundum. Boğazımdaki acımsı tabaka kendini kanın kıvamlı kollarına bırakarak uzaklaştı.
Kapanmak üzere olan gözlerim, beklenmedik bir şekilde bileklerime kenetlenen soğuk parmakların etkisiyle kocaman oldu.
"Emma! " Adım Drew'in dudaklarına değdi ve öfkeyle pişmiş harfler tenime çarpıp önüme döküldü. Drew kaşlarını biraz daha çatıp sabır dilenircesine üst dudağını ısırdı. Bileğimden tutan oydu, bana ilk defa bu kadar öfkeli bakan da o...
Angelo'nun hatta henüz adını bile bilmediğim kızılın küçümseyici bakışlarını üzerimde hissedebiliyordum. Sahi, öyle mi bakıyorlardı. Yüzlerine bakamadığımdan sadece tahmin yürütmekle yetindim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖLÜM MELEĞİ
Vampiros"Kanını istiyorum..." "Beni kışkırtıyorsun..." "Benim için senden daha zor ahmak!" "Hımm çok güzel kokuyorsun...!" "Bir vampir bir kandan ancak bir nedenle vazgeçer prenses... " "Sana yaptığım haksızlıktı. Özür dilerim küçük cadı. Beni affet..." "Ba...