1|Bölüm

36 3 2
                                        

Sabahın erken saatleriydi, elimde kılıcım karşımda ise sadık muhafızım vardı. Saymadım ama büyük ihtimalle 1 saattir idman yapıyorduk. "Yorulmadınız mı prenses?" nefes nefese iken hafif sarıya vuran saçlarımı elimle arkama attım. "Hayır, sen yoruldun mu ki?" muhafızın yüzünde bir sırıtış belirdi. "Sadece iyiliğiniz için söyledim prenses. Yoksa benlik sıkıntı yok." Kafamı olumlu anlamda salladım. "Pekala o zaman."

Bir kes daha atak yaptım, kılıcımı savurduğum sırada atağımı karşıladı, "Çok yavaşsınız prenses." tek kaşımı kaldırdım. "Emin misin." kolunu fazla kaldırdığı için kendine bir açık bırakmıştı, koluna tutundum kendimi yukarı çektim ve tam o boşluğa tekmemi geçirdim. Muhafız, gardını indirdi ve acı içinde yere oturdu, bir yandan da vurduğum yeri tutuyordu.

Kılıcımın sivri ucunu onun tam burun hizasına getirdim. "Beni hafife alma, ben diğer prenseslere benzemem. Bunu 10 yıl önce fark etmiş olman gerekiyordu." Muhafız kafasını kaldırdı ve bana baktı. Sırıtmaya başladığında kaşlarımı çattım. "Gardınızı çok çabuk düşürüyorsunuz prenses." Ayağıma bir çelme takacağı sırada kendimi geriye attım ve atağından kurtuldum.

"Prenses Victoria!" Adımın seslenildiğini duyduğum ana arkamı döndüm. Sadık hizmetçim Abbey'i bana doğru gelirken gördüm. "Efendim Abbey." Abbey yanıma geldiğinde elindeki beyaz pelerini bana uzattı ve konuşmaya başladı. "Kral sizi çağırıyor." Kafamı olumlu anlamda salladım ve Abbey'in elindeki pelerini alıp omuzlarımdan sarkıttım, sonra muhafıza döndüm. "İdman için teşekkürler." muhafız önümde eğilip kalktı.

Arkamı dönüp babamın odasına doğru yürümeye başladım. Acaba ne için çağırıyordu? Bir şey mi olmuştu? 10 yıl önce bana '10 yıl sonra her şeyi öğreneceksin, kızım.' demişti. Acaba o önemli şeyi mi söyleyecekti? Bu düşüncelerim kafamın içini kemirirken babamın odasına ulaşmıştım. Kapıyı tıklattım ve içeriye girdim.

İçeriye göz gezdirdiğimde abim Ronald'ın da burada olduğunu gördüm. Babama baktığımda, masasının koltuğuna oturmuş, masada birleştirdiği ellerine bakıyordu. Yüzü solgundu veya üzgün müydü? Onu bunu bilmem ama karışık duygular yaşadığı çok belliydi. "Beni çağırmışsın baba." Babam düşüncelerden kurtulmuş olacak ki, kafasını kaldırıp bana baktı. Kafasını ağır ağır salladı ve konuşmaya başladı. "Evet, geç otur." Babamın söylediği söz ile karşısındaki koltuğa geçip oturdum.

Abime döndüğümde onun da yüzünün solgun olduğunu gördüm. Şu an herkesi bu kadar üzen ama benim bilmediğim şey neydi acaba? Abim kafasını kaldırıp bana baktı ve gülümsedi. Gülümsemesindeki sıcaklık gözlerine yansımamıştı.

"10 yıl önce sana ne dediğimi hatırlıyor musun Victoria?" Bakışlarımı babama çevirdim, sorusuna karşılık başımı hafifçe salladım. "Artık o olayı anlatma zamanımız geldi..." Kaşlarımı çattım. Ne olayı? "10 yıl önceydi, Anka krallığı ile aramızdaki anlaşmazlık sonucu bir savaş başlamıştı. Her savaştan önce krallıklar arasında bir anlaşma olur, bu anlaşmaya göre savaşın sonucu belirlenirdi." Babam bir kez yutkundu, abim ise gözlerini sımsıkı kapattı. "Bizim savaşımızın anlaşması da sendin. Onlar kazanırsa seni 21 yaşında onun oğlu ile evlendirecektim, biz kazanırsak sen yine bize kalacaktın. Savaş başladı, herkes en azimli şekilde dövüştü ama olmadı. Muhafızların gücü yetmedi, bu yüzden geri çekilmek zorunda kaldık."

Gözlerim bir anda fal taşı gibi açıldı, ne yani ben bu yaşımda bir savaş sayesinde evlendiriliyor muydum? "Çok, çok üzgünüz kızım." Babamın acı çektiğini fark ettim. Babamı tanıyordum, beni onlara vermemek için elinden geleni yapardı. "Onların beni isteme amacı doğanın gücü elimde olması mı?" diye sordum. Babam bana baktı "Biz öyle düşünüyoruz ama bilmeden de hareket edemeyiz." Kafamı olumlu anlamda salladım. "Bak kızım biz de böyle olmasını istemezdik..."

"Sen elinden geleni yaptın baba, şimdi sıra bende." Sözünü kesmemiştim, sadece içimden gelenleri dile getirdim. Babam bana baktı ve gülümsedi. Bende ona karşılık verdim, sonra o aklımı kurcalayan soruyu sordum. "Düğün ne zaman veya nişan?" Babam masasının üzerindeki mektuba baktı ve konuşmaya başladı. "2 hafta sonra, özellikle bizim sarada yapılmasını söyledim." Dedikleri bittikten sonra ayağa kalktım.

"Pekala baba, o zaman ben izninle odama gidiyorum." Babam eliyle kapıyı gösterdi. "İzin senindir." Abim ve babama karşı selam verdikten sonra odadan ayrıldım. Merdivenleri çıkıp kendi odama girdim, pelerinimi çıkarttım ve sandalyemin üzerine koydum. Sonra idman kıyafetimin korsesini çıkarttım ve dolabıma yöneldim.

İçerisinden bir adet beyaz- açık mavi bir elbise çıkarttım. Tam o sırada kapım çaldı. Bakışlarım kapıya doğru yöneldi. "Gir" diye seslendim, içeriye Abbey girdi. "Efendim, yardıma geldim." Kafamı olumlu anlamda salladım. Kıyafetlerimi çıkartıp elbisemi giydim, son olarak da Abbey elbisemin korsesini sıktı. Makyaj masama oturdum, Abbey masadaki tarağı aldı ve ince, yumuşak saçlarımı taramaya başladı.

Şekillendirmeyi de bitirince geri çekildi. Makyaj yapamaya gerek yoktu, çünkü zaten yüzüm şu an pürüzsüzdü. Ayağı kalktım ve Abbey ile beraber odadan çıktık. Çıkmadan önce Abbey hava eserse diğe yanına bir pelerin almıştı. Saray kapısından dışarı çıkıp at arabasına doğru yürüdük, at arabasına ulaştığımızda binip gideceğimiz yere doğru yola koyulduk. Nereye mi gidiyoruz? Şifalı bitkiler bulmaya. Şahsen şifalı bitkilere hayranlığım vardı.

Biraz ilerledik, ormanın içine girdiğimizde camdan dışarı bakarken bir şey gördüm. "Arabayı durdurur musunuz?" Diye sordum. Muhafız sözümü duyar duymaz şoföre iletmiş ve arabayı durdurtmuştu.

Arabadan aşağı indim ve eteğimi hafifçe havaya kaldırarak gördüğün şeye doğru yürümeye başladım. O şeye yaklaştığımda biraz yavaşladım. "Prenses, lütfen o her ne ise çok fazla yaklaşmayın. Tehlike durumunu bilmiyoruz, isterseniz en ilk biz gidip bir bakalım."

Bunu söyleyen muhafıza döndüm, biraz düşündükten sonra olur anlamında kafamı salladım. İki muhafiz da önüme geçti. Yavaş yavaş çalıların arkasındaki şeye doğru yürüdüler. Çalıya yaklaştıklarında kılıçlarını çıkartıp, calinin arkasindaki şeye doğrulttular. Gözleri birden açıldı, şaşırmışlardı.

Muhafızlar ince birbirlerine sonra tekrar o şeye baktılar, bir muhafız kılıcını kınına koyup eğildi ve o şeyi aldı. Ayağı kalktığında benimde gözlerim açıldı. Ama şaşkınlıktan değildi, sevinçtendi. Muhafızın elinde bir köpek yavrusu vardı. Bembeyaz pofuduk tüylü bir köpekti bu. Tabi üzeri çamur olduğu için pek beyaz denemezdi, yanlarına gittim ve köpeği muhafizin elinden aldım. Kucağımda sevmeye başladım, elbisem kirlenmişti ama zerre kadar umrumda değildi.

Arkamdan Abbey'in kıkırdamasını duydum, arkamı döndüm ve Abbey'e baktım. Abbey'in Kıkırdaması bitince yüzünde bir gülümseme oluştu. "Hâlâ küçüklüğünüzdeki gibisiniz." Evet, küçükken de böyle hayvanları çok severdim. Abbey'e gözlerim kısık bir şekilde baktım ama bir yandan da sırıtıyordum. Köpeğe döndüm, dilini çıkartmış, derin derin hefes alıyordu. "Bak artık bu senin büyük annen, bende annenim tamam mı?" Abbey'in gözleri açıldı, "onu saraya mi götüreceksiniz?" Abbey'e döndüm ve kafamı salladım. "Neden olmasın? Her neyse, bence daha gitmek için biraz daha erken çıkmalıydık." Gökyüzüne baktım, bulutlar yaklaşıyordu ve kuşlar aşağıdan uçuyordu.

Abbey anlamış olacak ki, kafasını salladı. Arabaya bindik ve saraya geri dönmek için yola koyulduk.

★★★★

Eve geldiğimizde köpeğimi babam ve anneme gösterdim. Sonra yıkamak için banyoya götürdüm, şu an yatağımda uzanmış yatıyordu. Bende onu izliyordum bir yandan da evliliği düşünüyordum.

Kendi kararlarımı hep veriyordum ama bu seferki ciddi kararlar olacaktı ve bu kararları verirken annem, babam yanımda olmayacaktı. Peki abim? Ben gittikten sonra yokluğum bu saraya etki eder miydi bilmem ama abime etki ederdi. Tahtın varisi olarak aklının bende kalmasını istemiyordum.

Hayat her zaman sürprizlerle doluydu ve ben bunu 15 yaşımda, büyük annem ve büyük babamı kaybedince anlamıştım...

MahperiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin