"her şey hazır prenses."
"Pekâlâ o zaman, demek ki bir tek ben hazır değilim. Doğru mudur?" Abbey kafası ile onayladı.
Ne için mi hazırlanıyordum, tabiki de düğün için! Abbey ile beraber odama çıktım ve yatağın üzerindeki beyaz elbiseyi elime aldım. Üzerimdekileri çıkarttım ve elimdeki elbiseyi üzerime geçirdim. Abbey, elbisenin korsesini sıktıktan sonra masama oturdum. Abbey eline tarağı almıştı, önce saçımı yapacaktı daha sonra ise makyajımı. Büyük ihtimalle bir kaç dakika sonra Anka krallığı da burada olurdu.
Nasıl bu kadar hızlı kabullenmistim ben bu düğünü? Bir çok prenses olsan kesin buna itiraz eder isyanlar çıkartırdı ama ben, düşman krallığının sandığı kadar aptal ve güçsüz biri olmadığımı göstermek için şu an bi lanet dugunu kabul etmiştim. Bir çoğunuz buna aptalca bir plan dersiniz ama eh benim aklımda farklı çalışıyor.
Saçımı yapmak baya bir uğraştırmıştı ama en sonunda bir şekil almayı becermişti. Makyajımı Abbey yapacak sanıyordum ama annem bunun için önceden bir kaç kadın tutmuştu. Kadınlar odama girdiler, eşyalarını masaya bırakıp işlemlere başladılar.
Aradan sadece bir saat felan geçmişti, davetliler saraya gelmeye başlamışlardı. Dışarıda bulduğum köpeğim, ayaklarımın öňünde dilini çıkartmış bir şekilde zıplıyordu. Köpeğe bir ad henüz koymamıştım, aklıma gelmediğinden ve bu aralar biraz daha yoğun olduğumdan dolayı olabilir. Elimi ceneme koydum ve dugunmeye başladım. "Acaba senin adın ne olsunn..." Bulduğum isim ile gözlerimin içi parladı. Ellerimi diz kapaklarima koydum ve köpeğe hafifçe eğildim. "Senin adın bundan sonra Libby."
Bence dişi bir köpeğe verilebilecek en güzel isimlerden biri buydu, anlamı benim adıma da uyuyordu. Victoria, zafer demek. Libby ise özgürlük. Kapımın çalınması ile doğruldum ve bakışlarımı kapıya çevirdim. "Gir" içeriye annem girdiğinde yzumde küçük bir tebessüm oluştu. "Hazır mısın kızım?" Başımı omzuma doğru hafifçe yatırdım. "Daha huyunu bile bilmediğim düşmanımla evlenirken ne kadar hazır olabilirsem artık."
Annemin yüzünde hüzünlü bir tebessüm belirdi. Bana yaklaştı ve bir elini omzuma koydu, "biliyorsun, bu olmazsa daha büyük bir savaş çıkabilir. Bırak seni kaybetmeyi, bütün krallığı kaybedebiliriz. Senden önemli değil, biliyorsun ama bu riski göze alamayız. Halkımız için."
"Biliyorum annem, ama beni aldıkları için onları pişman etmeye fazlasıyla niyetliyim. Başımı kimseye eğmeyeceğim." Annem bu sefer elini omzumdan kaydırıp kolumu sıvazladı. "İşte benim prensesim." Anneme yaklaştım ve yanağına bir öpücük bıraktım. "Hadi o zaman, gidelim artık." Kafamı onaylar anlamda salladım. Kapıyı açtık ve odamdan dışarı çıktık, merdivenlerden inerken gözlerim etrafta gezindi.
Kapı kapalıydı bu yüzden davetlileri göremiyordum. Kafamı biraz daha sağa çevirirken görüş alanıma birisi girdi. Daha dikkatli baktığımda bu kişinin benim müstakbel eşimin olduğunu anladım. Annem kolumu bırakdı ve davetlilerin olduğu salona geçti. Merdivenlerin son basamağının dibinde durdum ve ellerimi önümde birleştirdim.
Beni gören Dylan, bana doğru yürümeye başladı. Aslında onu tam tanımıyor değildim, sonuçta babalarımız eskiden arkadaşlardı. "Hazır mısın leydim?" Yüzümde muzipçe bir hulumseme belirdi. "Şunu bil, sana karşı karınca tanesi kadar bile sevgi hissetmiyorum." Dylan'ın dudakları düz bir çizgi halini aldı. "Sen nasıl diyorsan." Kolunu girmem için uzattı, elimi koluna koyduktan sonra büyük kapıları açmak işin muhafizlara emir verdi.
Muhafızlar, aldıkları emir üzerine hemen kapıyı açtılar. İçeri bir göz geçirdim. Bir çok krallıktan prens ve prensesler düğün için gelmişti. Hatta o kadar çok insan vardı ki bazılarını hangi krallıktan olduğunu bile bilmiyordum.
